(Editörün
Notu: Ethem Aydın'ın telefon rehberindeki veya anı defterindeki
dostlarının hazırladığı bir bölümdür)
Ayten
Pekhas yazıyor:
Değerli Ethem Aydın ve ben
Ben Yeni Adana gazetesi köşe yazarı Ayten
Pekhas. Değerli hoca ile tanışmamız emekli öğretmen Servet
Yıldırım tarafından olmuştur.
Aydın Sanat evinin küçük olmasına
karşın çok samimi ve sevecen bir havası vardır. İlk
görüşme beni kendisine bağlamaya yetti. Benimde bir
öğretmen kökenli olmam daha da O'na yaklaştırdı. O emekli,
ben ise görevden ayrılmıştım. Köşe yazarı olmam O'nu
çok sevindirmişti.
Tanıştıktan sonra hemen her sabah sokağa
çıktığımda mutlaka kendisine uğrar, sağlığını sorardım.
Karşılaşınca çok sevinir, hemen yer gösterir, ve
"hanımefendiye ne ikram edelim" diye içeriye gider, ve bana bir
elma getirerek yememi söylerdi.
Beni baştan aşağı bir süzer ve derdiki: "Bugün nereye
gidiyorsun? fakat çok şıksın" diye beni hayata bir kere daha
bağlamayı sağlardı. Çok candan ve güler
yüzlülüğü ile herkesi kendine bağlar hiç
arkadaşsız kalmazdı. Akşam üstleri uğradığımda ise yanında
arkadaşı ile tavla oynuyor olurlardı. Yine oyununu bırakır, beni tavla
arkadaşına tanıştırır ve yazar olduğumu anlatırdı.
Yazılarıma bir göz atmasını isterdim. Çok beğendiğini
söyler, "çok içten, çok yakın yazıyorsun
Ayten hanım" der, beni yazarlığımdan ötürü kutlardı.
Beni sevindirirdi. Hayatı hakkında hiçbir şey bilmemekle beraber
sanki bir aile büyüğümdü. O'na çok bağlanmış
ve sevmiştim.
Yanına bir gün torunumla uğradık, oturduk. Bize
birer masa saati hediye etti. "Bunları masanıza koyunuz" dedi. Biz de
onlar çalıştıkça hocamızı unutmayacağımızı
tekrarladık.
Bir yazımı çok beğendi ve bana "bunu
Cumhuriyet gazetesine ver daha çok yayılsın fikirlerin" dedi.
Bende sözünü tuttum ve Cumhuriyet gazetesine verdim.
Atatürk ve yurduna, bayrağına çok
bağlıydı. Bana bu bayrağa eklenen 75inci yıl yazısının doğru
olmadığını
bayrağa hiçbir şeyin eklenmemesini söylemiş, ona çok
üzüldüğünü beyan etmişti hocam. Doğru bir
düşünce bayrak ay ve yıldızdan başka hiçbir şey
eklenemezdi. Ben de rengi kaçmış, ucu yırtık bayrakların
yerlerinden kaldırılmasını hatırlattığımı söyledim. O'nunla
böyle fikir alışverişinde her zaman bulunurduk. Beni her zaman en
iyiye yönlendirirdi. Kendini çok seviyorum ve arıyorum.
Bisiklet gezisinin bir gün öncesinde O'nu
ziyarete gittiğimde bana : "nereye böyle" dedi. Bende
"Üniversiteye kadar gidiyorum" dedim. "Öyle ise süt
içiyorum, sen de bir bardak içmez misin?", ben
hemen gideceğim dedim, dönüşte uğrarım dedim. Elini
öpmek istedim. "Hayır" dedi. "Sana borcum olsun dönünce
görüşürüz" diyerek beni yolcu etti. İşte bende o
son hali ile canlı yaşıyor. Güler
yüzlülüğünü kaybetmeden, canlı ve
içten, karşımda duruyor.
Sen bende hiç ölmedin. Seni, ayni
Atatürk'ü sevdiğim ve andığım gibi anıyorum, arıyorum.
Sonsuz saygılarımla
Ayten Pekhas, Ocak2003
Ayten
Pekhas yazıyor:
Uzun yıllar öğretim görevi yapmış değerli
insan Ethem Aydın'ı elim bir trafik kazası sonucu yitirdik. Emekli
olduktan sonra da birçok öğrenciye resim ve heykel kursları
veren, cumhuriyet kuşağı eğitimcilerinden o kıymet biçilmez
hocamız yok artık.
Bir gün önce uğramıştım yanına. Beni uğurlarken "dikkatli
yürü" dedi. Kendisini hiç düşünmedi sanki.
Üzgünüm hocam çok
üzgünüm.
Neden böyle ansızın gittin neden?
Çalışır, herkese çalışmayı
önerir, Türkçeyi en iyi şekilde kullanmayı
öğütlerdin. Daha çok şeyler öğrenecektik senden
hocam, çok üzgünüm.
Aydın Sanat evinin içindeki sanat eserleri
seni unutturmayacak. En güzel hatıra olarak saklanması gereken
eserlerdir.
Seni hiçbirimiz unutmayacağız. Sen en iyi ve rahat yerlere
layıksın.
Rahmet olsun diyorum. Sanat güneşi gibi her
zaman sözlerinle kendimize yön çizeceğiz.
Kazandırdığın kimlikle seni unutmayacağız hocam.
Saygılarımla
Ayten Pekhas.
Yeni Adana gazetesi, 30.11.2002 sa:6
Kadri
Gül yazıyor:
ETHEM AYDIN'a
Bir gülüşü gizler de
Ele verir kendini
Çizgilerde sözlerde
Küçüklerin çamurla
Boyayla büyüklerin
Aranışını izler de,
Paylaşmanın
Ve yaratmanın
Güzelliğinde yeniden
Kendini bulur Ethem Aydın...
F. Kadri Gül
Doğan
Akça yazıyor:
ATATÜRK'ÜN ÖĞRETMENLERİ
Bir çok olay nedeniyle ortaokullise yıllarımı
hatırlarım. Mesela perspektif bilmeyen bir lise mezunu
gördüğümde, mesela arabesk müzik hayranı
üniversitelilerle, mesela o yaşına kadar sadece çizgi roman
okumuş gençlerle veya ben şiir sevmem diyen insanlarla
karşılaştığımda.
1948'den 1956'ya kadar Mersin Lisesi'nde okumuş,
yani altı yıllık eğitimi sekiz yılda bitirmiş, tembel bir öğrenci,
okumayazma bilmeyen bir anne babanın oğlu ben nasıl olmuştu da evinde
hiç kitap yokken bu sekiz yıllık eğitim süresince
dünya klasiklerinden yüzlerce kitap okumuş, resmin olmazsa
olmaz kurallarını öğrenmiş, evrensel müziği zevkle dinleyen,
ezbere yüzlerce şiiri okuyan bir insan olmuştum.
Nasıl olmuştu da liseyi bitirip çalışmaya
başlar başlamaz kazandığım paranın büyük bir kısmını kitap ve
plak almak için harcamış, sadece tiyatro seyretmek, konser
dinlemek, kitap ve plak almak, resim sergileri gezmek için
Ankara, İstanbul gibi şehirlere gitmiştim.
Üstelik bütün bunları sadece ben
yapmamıştım. Benimle aynı dönemde okumuş tüm arkadaşlarım,
aynı kültür birikimiyle yetişmişti. Yani ben öyle
özel bir insan değildim. Sadece öyle eğitilmiştim. Kimler
tarafından? Bütün müzik derslerinde ve her
tenefüste tüm okula klasik müzik dinletip, kulağımızı
terbiye eden müzik öğretmeni Hikmet Hazar, haftada bir dersi
şiire ayıran, gerçek şiiri öğrenmemizi sağlayan, her yeni
çıkan edebi eseri sınıfa getirip tanıtan, parası olanın alarak,
olamayanın kütüphaneden isteyerek okumasını sağlayan, bu
kitaplar üzerine sohbet toplantıları yapan, kısacası bizi okuyan,
okuduğunu anlayan, öğrenciler yapan Aytekin Yakar ve Cahit
Öztelli öğretmenler... Ortaokula başlar başlamaz daha ilk
derste perspektifi anlatıp öğreten, dünya resmini kitaplar ve
röprodüksiyonlarla anlatıp, tanıtan, gerçek resmin ne
olduğunu ayırabilen öğrenciler olarak yetiştiren Şevket Bey,
Hüseyin Sevim ve de Ethem Aydın öğretmenler.!
Yani ATATÜRK'ÜN ÖĞRETMENLERİ
tarafından.
Bunu bir gün Ethem Aydın hocama da
söyledim. Yahu siz nasıl adamlarsınız bizi böyle nasıl
yetiştirdiniz dedim. Cevabı hiç aklımdan çıkmaz.. "Bu
devlet bizi köylerimizden aldı. Kaloriferli lüks binalarda
yatırıp, kaldırdı. Her yıl en güzel elbiseler, gömlekler,
ayakkabılar verdi. En iyi öğretmenler tarafından eğitilmemizi
sağladı. Sıhhatli şekilde besledi. Biz bu vatana çok
borçluyuz, ne yapsak ödeyemeyiz" dedi.
Bizler iki kapılı bu hanın içinde ikinci
kapıya doğru koşarken, bu güzel insanlar teker teker o ikinci
kapıdan çıkıp gittiler. Ailelerine, öğrencilerine,
şehirlerine ve vatanlarına borçlarını fazlasıyla ödemiş
insanların huzuru içinde.
Son yıllarda, hele Hüseyin Sevim hocamız da
gittikten sonra bir tek Ethem Hocamız kalmıştı. Hala resim yapıyor,
hala okuyor, hala öğrenci yetiştiriyor, hala aşık oluyor, hala
bisikletiyle gündoğumu turları atıyor, hala eskisi kadar sık
olmasa da Mersin'e geliyor, hala günde ikiüç paket
sigarasını keyfle içiyor, hala felsefe yapıyordu.
Biz öğrencilerden geriye kalan beşon arkadaş
Ethem Hoca ölmez diyorduk. Oysa Fazıl Hüsnü Dağlarca
haklıymış. O yıllar önceden Atatürk için yazdığı bir
şiirde gerçeği söylemiş.
"Kim kaldı bir aşkın mevsiminde
Ne Leyla kaldı, ne bahar
Madem ki geceler uzun
Madem ki gündüzler kopuk
Ölmeyen neye yarar."
Doğan AKÇA
Hacı Angı
yazıyor:
ÖĞRETMENİM ETHEM AYDIN
Ethem Aydın benim KonyaEreğli İvriz Köy
Enstitüsü'nden Resimİş öğretmenimdir. Adı gibi yaşamı da
aydın olan bu çok değerli öğretmenimi Adana 'da 27Kasım2002
günü bir trafik kazasında yitirdiğimizi çok geç
öğrendim.
Ethem Aydın öğretmenim 2Nisan2001
günü yayımlanmak üzere Hasan Ali Yücel ile ilgili
ilişikteki anıyı bana iletmişti. Fakat bu anıyı bu güne kadar
hiçbir yerde yayınlama olanağım olmadı.
Atatürk'ün detansı Milli Eğitim bakanı
Hasan Ali Yücel 'i yitirişimizin 42.inci yıl
dönümünde bu anlamlı anıyı sevenleriyle paylaşmak
istedim.
Yaşar Kemal'in deyimiyle: "O güzel insanlarımız
güzel atlara binip teker teker ufkumuzdan kaybolup gittiler".
Ethem Aydın öğretmenimin ve yücelerin yücesi Hasan Ali
Yücel'in anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Hacı Angı
Eğitimci, 23.Şubat.2003, Ankara
Hacı Angı
yazıyor:
YAZIMIN USTASINI YİTİRDİM
"Yazı insan kişiliğinin aynasıdır.
Güzel yazı, fikir ve dil olması
yönünden kafayı, sanat olması yönüye de
duyguları etkiler."
Ethem AYDIN
İvriz Köy Enstitüsü'nde Resimİş
öğretmenim Ethem Aydın'ı 27 Kasım 2002 günü bir trafik
kazasında yaşamını yitirdiğini geç haber aldım. Bu değerli
öğretmenimin ardından bir yazı yazmak için elime ne zaman
bir kalem alsam, ona olan duygularımı bir türlü ifade
edemedim. Meğer ne zormuş sanat aşığı, insanlık sembolu, yaşam dolu
öğretmenim Ethem Aydın'ı anlatmak!.. Dünyada en zor şeylerden
birinin de vefa borcunu ödemek olduğuna bir kez daha tanık oldum.
Herkes benim yazıma imrenir. Bazı dostlarım "Angı,
artık bu yazı kalmadı" derler. Ethem Aydın öğretmenim derslerinde
öğrencilerine iyi bir yazı becerisi kazandırmak için ne
güzel temrinler yaptırırdı. Bu çalışmalarımızı, gelinlik
bir kızın el işlerini çeyiz sandığında sakladığı gibi, ben de
öğretmenimin tutturduğu yazı defterimi ve Resimİş dosyamı
ogün bugündür saklarım. Bu çalışmalarımızı bu
günlerde belleğimden çıkardım defalarca karıştırdım
karıştırdım, o günleri anımsamaya çalıştım. Fakat bir
türlü doyamadım!..
Ethem Aydın, 1920 yılında İçelMut doğumlu
olup, Adana Öğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra, ailesinden
habersiz Gazi Eğitim Enstitüsü'nün Resimİş
bölümüne girmiştir. Öğretmenlik yaşamına Kars
Lisesi'nde başlamış, Adana Düziçi, Konya İvriz Köy
Enstitüsüleri, Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi, Adana
Erkek Lisesi Resimİş yanısıra bazende Fransızca) öğretmenliği
yaptıktan sonra, 1980 yılında emekli olmuştur.
Memurluktan emekli olmuş ama sanattan asla!..
Yaşamının sonuna kadar elinde fırçayı düşürmemiş;
Adana'da kurduğu AYDIN SANAT EVİ'ni yaşamının sonuna kadar
sürdürmüştür.
Çukurova'da sanatın her dalında Ethem Aydın
'ın göz nuru, alın teri vardır. Sanat yaşamında 12 kişisel resim
sergisi açmış, 7'den 70'e herkese sanat ve insanlık sevgisi
aşılamıştır.
Tüm bu etkinliklerinin sonucu olarak:
Adana Altınkoza'da yılın sanatçısı
seçilmiştir.
Adana sağır ve dilsiz öğrencilere kurslar
açmış, sergiler düzenlemiştir. Bu nedenle Sağır ve
Dilsizler Derneği Genel Merkezi'nde şükran plaketi almıştır.
İçel Sanat Kulübü'nün onur
üyesi seçilmiştir.
Mersin, Adana ve Mut'ta gösterdiği sanatsal
etkinlikler nedeniyle pek çok şükran plaketi ve
ödüller almaya hak kazanmıştır. En büyük
ödülü de tüm öğrencilerinin ve
Çukurovalıların gönlünde sevgiden bir taht kurmuş
olmasıdır.
Ethem Aydın sürekli okuyan, düşünen
ve uygulayan, Cumhuriyeti, Atatürk İlke ve Türk Devrimini
yüreğinde özümleyen devrimci bir öğretmendi.
Şiirsel bir Türkçe'si vardı. Dostlarına ve
öğrencilerine yazdığı yüreklendirici, yaşama bağlayan
mektupları bu türdendir. Örneğin, bir öğrencisine
yazdığı mektup şöyle başlıyor:
"İncelikli ve yüreklendirici yazınızı aldım,
yine yine doluktum. Duyguların anlatımı zor, dolaşık yumak, ebem
kuşağıdır. Bir uç yakaladım sanırsınız, fakat elinizde
kalıverir. Başka bir ucu yakalarsınız; ebruli anlatıma yatkın değildir."
Bana da 7 Mayıs 1991 günü yazdığı mektup da aynı
yüreklendirici duyguları içeriyor:
"Sevgili
Angı,
Göndermiş
olduğun kitapları aldım ve çok beğendim. Öğretmenlikle
başladığınız bir yaşam biçiminde ben benim diyen bir kişilerin
ulaşamadığı bir yerlere gelmişsiniz. İşin daha ilginç
yönü, konunuz ilkokul çocuğu!..Daha ne olmasını
isterdin ki!..Çalmadan, bir vole peşinde koşmadan, partilere
sığınmadan kendi rotanda benim anladığım kadarıyla iyi bir yol
almışsın. Kutlar gözlerinden öperim."
Ethem Aydın'ın İvriz Köy
Enstitüsü'nden öğrencisi Devlet Güzel Sanatlar
Genel Müdürü ve sınıf arkadaşım Mehmet Özel'in 17
Mayıs 2001 günü emekli olurken Kültür Bakanlığı
tarafından onuruna görkemli bir tören düzenlendi. Ethem
Aydın hocam, bana bu törende tarafımdan okunmak üzere
aşağıdaki iletiyi göndermişti:
"Sayın Mehmet
Özel
Devlet
Güzel Sanatlar Genel Müdürü - ANKARA
Anadolu'nun
ulusal kimliği, kıraç topraklarında, doğanın her türlü
olumsuzluklarıyla beslenip bilenerek, zamanlar içinde evrensel
"Sanat kimliği" onuruna ulaşır.
M.Özel
onlardan biridir.
Sizinle
anababalar öğünsün,
Öğrenimine
katkıda bulunanlar öğünsün,
Yüce
Türk Ululsu öğünsün,
İnsanlık
öğünsün."
Mehmet Özel'in Resimİş öğretmeni
Ethem Aydın'ın bu samimi, onurlandırıcı iletisini tören başlamadan
önce kendisine ilettim. Fakat bu iletiyi bana okutmadığı gibi, ne
kendisi okudu, ne de başka birine okuttu.
M. Özel, İvriz Köy Enstitüsü'nde
okuduğunu göğsünü gere gere söyledi. Fakat bana
resim ve sanat sevgisini ilk aşılayan Ethem Aydın'dır diyemedi. Ben
onun adına çok üzüldüm. Ben Ethem Aydın
öğretmenimi bu durumdan haberdar etmedim. Çünkü
çok üzüleceğini biliyordum.
Ethem Aydın gibi bir Çukurova tutkunu olan Yaşar Kemal'in dediği
gibi:
"O güzel
insanlar güzel atlara binip teker teker uzaklaştılar,
gözlerimizden kayboldular."
İşte katıksız Atatürkçü,
şövalye ruhlu, yiğit ve mert öğretmenim Ethem Aydın da
güzel bir ata binip gözlerimizden kayboldu. Aslında
kaybolmadı, elinde fırçası Seyhan nehri kıyılarında, Toros
dağının doruklarında, Karacaoğlan'ın göremediği,
söyleyemediği güzellikleri tuvaline aktarmaya devam ediyor.
Sevgili Öğretmenim,
Kalemi her elime alışımda, o yapıcı, yaratıcı
güzel ellerinizle öğrettiğiniz yazıyı yazarken hep sizi
anımsayacağım. Ruhunuz şad, sizi anımsayanlar, anınızı yaşatanlar
dilşat olsunlar. Bizler yaşadığımız sürece sizler ölmezsiniz.
Hacı ANGIEğitimci.
Anadolu Manşet Gazetesi, 4Mart2003
Abece eğitim dergisi, Sayı 200Nisan2003
Abdülkadir
Kaçar yazıyor:
ÖLÜMÜNÜZLE BİR PARÇAM EKSİLDİ HOCAM,
Adana'mızın, Türkiye Cumhuriyeti'nin
yetiştirdiği çok önemli bir insan, bir sanatçı olan
resim öğretmeni Ethem Aydın'ı yitirdik... Başımız sağ olsun..
Köy enstitülerinden mezun olan Ethem Aydın
hoca, öğretmenliğinin son yıllarında (20 yıla yakın) Erkek
Lisesinde görev yapmıştı.
Bir gün yaptığımız bir hesaplamada:
Hocam kaç yıl öğretmenlik yaptınız?
Şu kadar yıl
Her yıl kaç öğrenciye resim dersi verdiniz?
Bu kadar yıl
Toplayıp bölüp çarptım, en zayıf
olasılıkla 20 bin öğrenciye resim dersi vermiş, pek çok
insanların da ünlü ressam olmasını sağlamıştı.
Büyükle büyük, küçükle
küçük olan bu saygı değer insan Atatürk ilke ve
devrimlerinin korkusuz bir bekçisiydi. Yılmaz savunucusuydu.
1920 doğumlu olan kıymetli Ethem hocam, son 56
yıldır bilgisayar öğrenmişti, duygularını düşüncelerini
bilgisayara aktarıyordu. Öğrenme, yaşama, deneyim, bilim, bilgi,
okuma zevkini hep canlı tuttu, dolu dolu yaşadı.
Kurtuluş mahallesinde Ful taksi sokağı
(Gülbahçesi'nin arkası) O'nun dünyasını oluşturan
güzel bir atelyeydi. Oraya O'nu sevenler, felsefeyi, resimi,
konuşmayı, sohbeti sevenler gelip oturur, aylarca günlerce, hatta
yıllarca konuşurlardı.
Ethem Hoca Erkek Lisesi'nde resim dersime
girmemişti. Ama daha sonraki yıllarda hem oğlu Dt. Murat Aydın'ın
arkadaşım olması hem de Adana 'da Aydın Sanat evini açması
nedeniyle yıllarca süren sohbetlerimiz olmuştu.
Benim felsefeyle tanışmamı, okuma, araştırma,
inceleme yapma, bilime, insana sevgimi, değer vermemi hep O sağlamıştı.
Bu değerlerin benden oluşup ortaya çıktığını
gördüğünde kocaman kocaman kahkahalar atar sevinirdi.
Çok değerli Ethem hocam, bütün
canlılar gibi bir yaşam serüveni izledin. Kendini yeniliklere,
çağa, çağdaş uygarlığın gereklerine açık tutup,
inanılmazı başardın. Yaşamınla bize aydınlık verdin,
düşüncelerimizi bir usta olarak şekillendirdin. Senin
ölümünle yaşamımdan bir parça koptu ve yerine
asla konulmayacak. Bir annemin, bir de babamın ölümünde
bu duyguyu yaşamıştım.
Biliyorum üzülmemizi istemezdin,
üzülmemeye çalışıyorum ama elimde değil. Yanında yer
ayır, nasılsa bir gün buluşacağız.
Abdülkadir Kaçar.
29.Kasım.2002, Vatandaş gazetesi, sa:3
Didem
Nazlı yazıyor:
Yargıdan uzak, sevgiye tuzak bir yaşam; var mı senin
gibi yaşayan Ethem Hocam!
1998 senesinin sonbaharında, Kitapkurdu'nda
toplanmış, oluşturduğumuz tartışma grubunun amacını belirlemeye
çalışıyorduk. Karşımda, yaşça bizden büyük ama
ruhen bizden ileri bir bey oturuyordu. " Grup olarak, tiyatro
oyunlarına, senfoni konserlerine gidelim ", diyordu. O an ettiğim bir
söze de kızmıştı. Grup dağıldığında
üzüntülüydüm. O kimdi, neye sinirlendirmiştim.
Farklılığı her haliyle belli olan Ethem Hocayla aynı mekanda tekrar bir
araya gelemedim ama ben onun mekanını merak eder oldum. Tanıdıklarımdan
ona gideceğimize dair söz aldım ama onunla karşılaşma zamanını
kendim yakaladım. Yolda birkaç karşılaşmamızda, heyecanımın
mahcubiyetimi bastırmasıyla selam verdim. Nazik, güler
yüzlü tavrıyla görünmeyen bir noktaya işaret eder,
" Atölyemi biliyorsunuz, beklerim " , derdi. Halimi, resim
çalışmalarımı sorardı. Beni hatırlıyor mu, karıştırıyor mu
diye
düşünürdüm ama ileride görecektim ki, o her
zaman böyleydi.
2001 yazında, çok defa geçtiğim o
sokağın, bambaşka bir dünyaya açıldığını yeni fark
ediyordum. Küçük bir dükkanda ona benzeyen bir
bey, arka odaya geçmek üzereyken, içeri daldım. "
Merhaba, Ethem Bey mi? " soruma cevap alamadan, şeftali suyu
içmek üzere oturmaya davet edildim. Adımın önemi yoktu
ama konuşacak çok şey vardı. Neler yapardım, nerede otururdum,
laf lafı açıyordu. Aslında benim anlatacaklarımdan çok,
onda dinlenecek şeyler vardı. Telefon numaramı aldı ve " Memnun oldum
Didem " dediğinde adımı ilk defa görüyordu. O an beni, bu
memnun oluştan daha çok mutlu edecek bir şey olamazdı.
Ethem Hocayı ziyaret etmek bırakılamaz, güzel
bir alışkanlıktı. Çay saatleri, hemen yakınımızdaki pastahaneden
alınan peynirli puaçalar, böylesi bir sohbette tadına
vardığım Türk kahvesi, kurallarını öğrenmem gereken tavla
çekişmelerimiz, onunla çorba yapmak, pazardan onun
için Mut inciri aramak, domatesin yerlisini, ekmeğin taşfırın
olmayanını seçmek, biblolarını düzenlemek, kitaplarını
karıştırmak, boya kokularını solumak... Ondan öğrenecek çok
şeyim vardı ama ondan duyduğum her söz, hayat boyu
öğrenilecek, üzerinde düşünülecek boyuttaydı.
" Daha çok küçüksün ", derdi. Ben
hiç büyüyemeyeceğim ki...
Mut'u görmeyi çok isterdim ama onun
Kayısı Festivali davetini kaçırdım. Bir kere gitmek için
epey yeltendim, yardımcı olmak için kolları sıvadı. Mut,
doğasının güzelliği bir yana, onun çocukluğuyla doluydu.
Eğitimiyle gurur duyduğu ve defalarca anlattığı babası, kardeşleri,
köy halkı... Tiyatro oyunlarıyla, meyvesiyle, tarihiyle
bambaşkaydı Mut. resmettiği doğduğu evde yaşananlar, onun bakışıyla bir
öğretiydi. Köydeki yardımlaşma, kapı önünde duran
tezgahtan borca alınan sigaralar, düğünler, savaş yılları,
kıtlık, eğitim imkanının kısıtlılığı, sevgiyle, sabırla,
hoşgörüyle aşılan zorluklar. Onu dinlemek, bugünü
anlamamı, tanımamı sağlıyordu. " Bunu biliyorum; anlatmıştınız ",
dediğimde hep, " Nereden biliyorsun? " cevabını alır, susar, anlatılan
hikayenin ana fikrine dikkatimi verir, anlatanın heyecanına
kapılırdım. Çok sevdiği arkadaşı Hüseyin'le ilgili
forma anısı beni hep duygulandırmış, öğretmen arkadaşlarımla da bu
anıyı paylaşmama neden olmuştu.
Bir sabah, evden arkadaşıma giderken, yolda Hocam
için de yasemin topladım. Paylaşmak üzere sıkma ve ayran
aldım. Yiyecekler için, "Orada, bunlara benden daha çok
ihtiyacı olan vardır ", dedi.
Cebinde beslediği sincabın yaramazlıkları,
köpeği Zeytin'le olan dostluğu, onu verdiği bayanla son
karşılaşmasında, Zeytin'in öldüğünü anlaması.
Tesadüfen girdiği işlerle elde ettiği
kazançtan duyduğu sıkıntı için mi anlatmıştı bu hikayeyi?
Bir kuşun tek amacı karnını doyurmaktır. O, yemek bulup, kediden,
sokaktaki tehlikelerden sıyrılıp, ağacına konduğunda, ondan mutlusu
yoktur.
O, bir öğretmen, bir arkadaş, hayatı enine
boyuna konuşabileceğin bir felsefeci, birinin sırrını diğerine vermeyen
bir dost, bir can. Her sıkıntımda, her sevincimde hayat boyu anacağım
bir bilge. Hepimiz bir araya gelsek, sizinle olan anılarımızı
döksek ortaya, yine de sizi tanımak için yetmez Ethem Hoca.
Hani portremi yapacaktınız, resme başlayacaktım,
kütüphanenizi düzenleyip, atölyemizi
genişletecektik?
Beraber bisiklete binecektik? Bana kızıyorsunuz,
değil mi? Haklısınız... Bana bir bisiklet hediye etmek istediniz ama
kabul edemedim. " Adana bir Didem görmeli ", diyip davet ettiğiniz
sabah yürüyüşlerine bir kere eşlik edebildim. Hemen
başlamalıydım bisiklete ve yürüyüşe.
Çiçeklerin dili, göğün rengi, eşyaların ruhu,
her şeyde bir can vardı.
Bir yere gidip geldiğimde, gözlerinizdeki
ışıltı ve yaşadıklarımı dinleme isteğiniz; gittiğim yerden
aradığımda
telefondaki mutluluğunuz. Filmlerle, oyunlarla ilgili yorumlarınız. Bir
etkinliğe de beraber gitmemiz olmadı. Dediğiniz gibi, o grupla
gidebilseydik.
Dostlarınızı tanımak, ailenizle gittiğiniz tatil
anıları, çocuklarınızın okul dönemi, başucunuzdan eksik
etmediğiniz kuğulu müzik kutunuzu dinlemek, radyonuzun
büyülü sesi, her saat başı duymaya alıştığımız ve duymak
için beklediğimiz saatin melodisi... Atölyeye her adım
atışımda, bir hikaye yazmalıyım, belki bir romana başlamalı, sizinle
bir röportaj yapmalıyım... " Resim hızlı yapılmaz. Hızlı yapmak
isteseydim, fotoğraf çekerdim. Leonardo, Mona Lisa'yı yaparken,
her oturuşunda bir çizgi atar, kalkarmış. Sonunda, Mona Lisa'nın
kocası sinirlenmeye başlamış".
Atölyeye adımını atan her kişi, bir tatlı
yüzle, bir sıcak sözle, hazırda bir ikramla karşılaşırdı.
Çocuklar gelirdi yanına, ellerinde kitaplar, biblolar...
Bir gazete ilanı çıkardınız başımıza. Neymiş,
kütüphaneyi toplayacak, resmi sevecek birine ihtiyaç
varmış. Üzülmüştüm, benden niye rica etmiyorsunuz
diye. Siz de bana kızmışsınız; ilanı durdurmalıymışım. Ben sizin
özgürlüğünüzü sevdim. Telefonlar
susmamıştı da, en sonunda bana çıkışmıştınız. Kimseyi yormak
istemezdiniz. " Aradığımı bulmak istiyorum", derdiniz; eşyaların
yerlerinin fazla kurcalanmasından hoşlanmazdınız ama dolabın
gerilerinde unutulmuş, işe yarar bir eşyayı
gördüğünüzde de gözleriniz ışıldardı.
Kahvelerimiz için bulduğum o mavi tepsinin sizi sevindirişini
fark etmiştim.
Öğretmenler gününden bir gün
önce, Pozantı 'ya gitmek için tren istasyonuna varmadan,
kapınıza bir torba içinde pembe bir gül ve not bıraktım.
Gülü koparırken, gül çalmakla ilgili
anlattıklarınızı anımsamıştım. 24 Kasım'da, elimde beyaz
çiçeklerle geldiğimde, " Dün, sana övgü
olsun diye bir damla gözyaşı döktüm", dediniz.
"Öğretmenler Günümü ilk kutlayan sensin" bir
önceki güne gönderme yaparak. " Öğretmen
olmak ne güzelmiş. "
Evet, öğretmen olmak, sizin gibi bir
öğretmen, sizin gibi bir sanatçı, bir insan olmak
çok güzel!
Son gelişimde, bir tiyatro oyunu öncesiydi. Pek
severdiniz böyle etkinliklere gidilmesini. Misafirlerinize ikram
ettiğiniz salepten, sokağınıza gelen salepçiden bana da
söylemiştiniz. Ayrılırken, o an yapabileceğim bir şey var mı diye
sordum. " Ne kadar iyisin "derken, ayakta, büyük bir
gülümseyişle veda ettiniz. Beni ne kadar mutlu ettiniz!
Güleç yüzlü, güneş
gözlü Ethem Hocam!
Didem Nazlı, Ağustos2003
Mehmet
Serbes yazıyor:
YOLLARA YAYA ŞERİDİ ÇİZİN
Adana'da binlerce öğrenciyi yetiştiren emekli
öğretmen ressam Ethem Aydın'ı elim bir trafik kazasında yitirmenin
acısını yaşıyorum. Ethem Aydın'ı öğrencilik yıllarımdan
tanırım.
Bu nedenle eğitim camiasına verdiği katkıları çok iyi bilirim.
Yakından tanıdığım ve saygı duyduğum bir öğretmeni Adana 'da
tanımayan yok gibidir. Ethem öğretmeni kaybetmenin acısını benim
gibi birçok Adanalının yaşadığına da eminim.
Ancak ateş düştüğü yeri yakar derler
ya işte öyle oldu. Ailesi bu acıyı daha çok derinden
yaşıyor. Ethem öğretmenin yoluğunda ne yapacaklarını
düşünüyor aile fertleri. Aile fertlerine ve tüm
Adanalılara başsağlığı dileklerimi iletirken, öğretmenin Ethem
Aydın'a Allah'tan rahmet diliyorum.
Bilindiği üzere kaza, geçtiğimiz hafta
içerisinde Galeria yakınlarında meydana geldi. O bölgede
bir alt geçit var, üstten de yay geçidi
açılmış. O bölgeye gittim ve gördüm. Yaya
geçidinde şerit yoktu. Yaptığım araştırma sonucu da yaya
geçidine şerit çizilmediği için bu bölgede
sürekli kazalar olduğunu öğrendim. Ethem hocaya özel
otomobiliyle çarpıp ölümüne neden olan (*),
henüz 22 yaşında. (*) çıkarıldığı mahkemede tutuklanıp
cezaevine konuldu. Yani Ethem hoca mezara, ölümüne yol
açan sürücü (*) demir parmaklıklar arasına
girdi.... Şimdi burada suçlu kim?
Ethem hocanın ölümüne neden olan
sürücü (*) mı? Yoksa yaya geçidine belirleyici
işaretleri çizmeyen zihniyet mi? Bu konuda elbette ki kamuoyu
kararını verecektir. Yeni değerleri yitirmemek için
ihmalkarlıklara son vermemiz gerekiyor. Trafik şube
müdürlüğü son günlerde AB'ye uyum yasaları
çerçevesinde güzel çalışmalara imza atıyor.
Kurallara uymayan yayaları da önce eğitmeye çaba
gösteriyor ve uyarıyor. Uyarılara dikkat etmeyenlere de gerekli
cezayı veriyor. Bu güzel çalışmalarını taktirle
karşılıyoruz. Fakat bu tür ihmalkarlıkların ortadan kaldırılması
konusunda çalışma yapılmamasını da yadırgıyorum.. Bu konuya da
dikkat edilmesi en az yayaların eğitimi kadar önemli. Yetkilileri
bu konuda uyarmayı kendime görev biliyorum.
Mehmet Serbes
Akşam Gazetesi, 4.Aralık2002, sa:18
Süreyya
Adıgüzel yazıyor:
SAYIN ETHEM AYDIN HOCAM'IN ARDINDAN...
Yaşam, insanlara kendi tarzınızda sevgi vermeniz
için bir fırsattır, ve Ethem Aydın hocamız da bunu en iyi
uygulayanlardan biridir.
Ethem hocamla bundan üç yıl önce
tanışmıştım. Kendisi çok çok iyi, yardım sever,
düşünceli, insanları küçümsemeyen ve buna
benzer bir çok iyi düşüncelere sahip, dört
dörtlük bir insandı.
Ben ne zaman yanına uğrasam, mutlaka bir şeyler
ikram etmek ister, ben ne kadar itiraz etsem de biriki şey
söyleyip beni kandırırdı ve ikramını yapardı.
Yine arasıra özellikle uğrayıp, yapılacak bir
işi veya ödenecek faturalarının olup olmadığını sorardım. Bana,
'zaten senin işin başından aşmış, birde benimle mi uğraşacaksın, yine
de düşündüğün için çok teşekkür
ederim' deyip beni göndermeye çalışırdı. Ama ben ısrar
edip, en azından ödenecek faturaları bir şekilde ikna ederek
alırdım. Hayatımda hiç böyle bir insanla karşılaşmamıştım.
Hala, Aydın Sanat evinin önünden her
geçişimde, Ethem Hocam sanki içerde oturuyor da, bana
selam verecekmiş gibi geliyor. Ama maalesef her geçişimde hayal
kırıklığına uğruyorum.
Ayrıca, Ethem Aydın Hocam için hazırlanan bu
değerli kitapta, azda olsa bir katkım olduğu için o kadar
çok mutluyum ki, kelimelerle anlatamam.
Seni çok özledik Ethem hocam. Nur
içinde yat, mekanın cennet olsun...
Seni asla unutmayacağız, daima kalbimizde
yaşayacaksın...
Süreyya Adıgüzel
A. Haber
ajansı yazıyor:
Emekli Öğretmen Kazada öldü
Adana Erkek Lisesi emekli öğretmeni ressam Ethem Aydın (82),
trafik kazasında yaşamını yitirdi. Aydın her gün yaptığı bisiklet
sporundan sonra evine döndüğü Fuzuli caddesinde, bir
otomobilin çarpmasıyla yaşamını yitirdi. Aydın'ın cenazesi
bugün saat 11.00'de Numune hastahanesinden alınıp Kabasakal
mezarlığında toprağa verilecek.
Haber Ajansı
Hürriyet gazetesi, 28Kasım2002 Sa3
Nuray Kol
yazıyor:
DAYIM ETHEM AYDIN'IN ARDINDAN
Mut'ta büyük bir ailenin fertleriydik.
Mut'ta ortaokul yoktu. Silifke'de ortaokulu okumuş dayım. Silifke Mut'a
85 km uzaklıktadır.
Dayım anlatırdı, Silifke'de bir oda kiralamış bir
arkadaşıyla beraber, Silifke'nin Pazarkaşı mahallesinde. Mum ışığında
çalışırlarmış derslerine. O yıllarda, Silifke'de elektrik yok,
kaynak suyu da yokmuş. Göksu ırmağından su içerlermiş.
Dedemi, anneannemi bende hatırlarım. Kalabalık ailenin tek okuyan
çocuğu idi dayım. Adana Öğretmen Okulunu bitirmiş, Mut'tan
Adana'ya gelmek kolay mı?
Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsünü
bitirmiş öğretmen olmuş. Ben altı yaşındaymışım. İvriz Köy
Enstitüsüne tayini çıkmış. Bütün aile
çok gururlu.
Teyzemle beni yanına alarak Haruniye'ye
götürdüğünü hatırlarım, beni okutmak
için; aylık aldığında, bana çikolata aldığını hiç
unutmam. Bütün ailenin çocuklarını okutmak isterdi.
Bir yıl sonra aynı okulda öğretmen olan
yengemle tanıştılar. Yengem dayımı tavlamak için bana
önlükler, elbiseler dikerdi hatırlarım. Mersin'e tayinleri
çıktı. Bizde teyzemle beraber Mut'aErmeneğe döndük.
Ailesine çok düşkündü dayım.
Biz ailecek 1950 yılında Mersin'e taşındık. Mersin'de yine dayımla
beraberdik.
Dayım, yaşadığı yer sevdalısıydı. MutErmenek dedinmi
saatlerce konuşur, nasıl hayvan sırtında seyahat ettiğini anlatırdı
Mut'tan Ermeneğe ailesiyle giderken.
Babasıyla çok öğünürdü.
Büyük babamı anlatırdı bizlere, herkese. Mut'un Din Alimi o
derdi. Büyükbabam Mısır'da okumuş. Mut'un hocasıymış. Akıl
vereni, çare bulanı, ileri geleniymiş. Sofrasında fakirleri
doyuran bir kişiymiş, bende hatırlarım.
Mut'ta ilk Türkçe ezanı okuyan
Müderris hocaydı derdi. Ezanı ilk Türkçe okuduğunda,
Mut'luların nasıl akın akın gelip babasının elini öptüklerini
anlatırdı.
Dayım çok dindardı. Son yıllardaki, bağnaz
akıllara, dinin saptırılmasına ve ve saptıranlara çok kızardı.
Tarikat yok derdi dinde. Kuranı ayet ayet çok iyi bilirdi.
Büyük sanatkardı dayım, kibarca hep öğretmek isterdi.
Hiç durmadan okurdu. "İstemeden vermeyin" kıymeti olmaz derdi.
Memleketini, milletini, Atatürk'ü ve
ailesini çok severdi. Atatürk'ü saatlerce anlatırdı,
bir alimdi o, düşünürdü, her cümlesi mana
yüklüydü. Anlamayanlar, kızarlardı alınırlardı
konuşmalarından.
Sekseniki yaşında bir çınardı o. Koskoca bir
imparatorluğun yavaş yavaş çöküşünü adım
adım izliyordum. Her ziyaretine gidişimde bir dahaki sefere bulamama
korkusu sarmıştı bu yıl beni. Vefatından bir hafta önce idi.
"Nerelerdesin, kardelen gibi özlettin kendini" dedi. Sıhatiyle
ilgili soruları olduğunda sorardı bana! Sana soracaklarım var dedi, her
zaman tansiyonu düşük olan dayımın, nabzı çok hızlı
atıyordu. Şikayetleri tansiyonunun yükseldiğini gösteriyordu.
Biliyor musun dedi, babamın öldüğü yaştayım dedi. Yok
ben ihtiyarlamadım daha, yok öyle şey, hayat herşeye rağmen
çok güzel, yaşamak çok güzel dedi.
Her sabah yirmi kilometre bisikletiyle spor yaptığını söylerdi.
Bu yaz biz bir deniz evi almıştık. Kendisine
söylediğimde herkes sofrasında yiyecek ekmek bulamazken yazlık mı
alınır demişti, hele bu krizde.
Bir hafta sonu zorla onu yazlığa
götürdüm. Ah kızım, neden cennetten bir parça
aldığını söylemedin. Ne kadar güzel yerler burası. Tabiata
aşıktı, seyretmeye doyamadı. Sabahleyin güneş saçlarını
denizde yıkayarak doğdu, siz hala uyuyorsunuz diye bizi uykudan
kaldırdı, kahvaltı yaptık.
Son ziyaretine gittiğimde, önümüzdeki
hafta yazlığa gidelim, resimlerini yapacağım oraların dedi.
Hep annemi anlatırdı. Kız kardeşlerine çok
düşkündü. Ben de annemin kokusu var sende derdim.
Hayatta hiç kimseye yük olmak istemezdi,
her kesin yanındaydı. Oğulları ile onların mutlulukları, başarılarıyla
hep övünürdü. Kendileri muvaffak oldular
hayatlarında derdi.
Hiç kimseden en ufak bir yardım istemeden
yaşadı. Kendi kendime yeterim ben derdi.
Kimseye yük olmadan istediği gibi
öldü. O şimdi cennette. Nur içinde yat dayıcığım.
Yeğenin, Nuray Kol
Nilgün
Aydın yazıyor:
Sevgili babacım,
Babacım diyorum çünkü siz benim için bir kayın
peder değil babaydınız. Her zaman Atike ve beni gerçek
kızlarınız gibi gördünüz. Sizi düşününce
aklıma gelen ilk şey gülen yüzünüz. Zaman zaman
bana telefon eder, ne pişirdiğimi sorardınız. Bende "Baba gel Allah ne
verdiyse yeriz" derdim. Siz ısrarla mönüyü öğrenir,
beğenirseniz " Ne getireyim diye sorardınız." Bende " Sizin gelmeniz
yeter." derdim. Cevabınız ise "klasik lafları bırak" olurdu. O zaman
bende "Ağanın eli tutulmaz mesela şamfıstık, baklava olabilir" derdim.
Bu cevap hoşunuza gider, o kendinize has kahkahanızı atar ( ho, ho, ho
....) yarım saat sonra da eliniz kolunuz dolu gelirdiniz. Ne kadar
kibar, nahif bir insandınız. Oğlunuzun evi olmasına rağmen, gelmeden
önce mutlaka bir telefon eder, müsait olup olmadığımı
yoklardınız. Murat eve çiçekle geldiği zaman, bilirdim ki
bu çiçekler sizin tarafınızdan yollanılmıştır. Sizin
yokluğunuza alışmak gerçekten çok zor.
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar
Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeye başlar
Söndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır
küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
BIRAKIP GİTTİN BİZİ
SENİ UNUTTUK SANMA
ZAMAN ALIŞMAYI ÖĞRETİR BELKİ AMA
UNUTMAYI ASLA
Nilgün Aydın (Gelini)
Aykut
Hokkacı yazıyor:
BİR HATIRA
Lise son sınıfta, Pazartesi günleri ilk iki
dersimiz resim dersi idi. Pazartesi günlerini iple
çekerdik. Derse hafta sonu yaptığımız çalışmaları
sergileyerek başlardık. Önce hocamız sonra biz sergilenen resimler
hakkında teker teker konuşurduk. Hocamız hepimizi kendi kabiliyetimiz
ve çabamız doğrultusunda eleştirir, bize şevk ve heyecan
verirdi.
Gene böyle bir Pazartesi günü
resimlerimizi atelyede dizdik. Hepimiz sulu boya ve yağlı boya,
elimizden gelen gayretle yaptığımız resimler için, hocamızın
eleştirilerini sabırsızlıkla bekliyorduk.
Ekrem adında bir arkadaşımızda bir karton
üzerine, çuvallara marka yazılan koyu mavi stampa boyası
ile denize benzeyen bir satıh? boyadığı, gri kartonu mütereddid
resimlerimiz arasına koydu.
Hoca sıra ile her resmi, hem kendi eleştirerek, hem
de bizlerin eleştirilerini dinleyerek geçti. Sıra Ekrem'in
resmine gelince gene aynı ciddiyet ve sevecenlikle Ekrem'i de
konuşturarak kritik vermeye başladı.
Necmi arkadaşımız birden söze girdi; "Ama hocam
ölçüyü kaçırmadık mı?" dedi. Ethem hoca
hiçbir şey söylemeden yürüdü, arşiv
görevini de yapan stüdyodaki ufak bölmeye girdi. Biraz
sonra elinde Raul Duffy'nin bir reprodüksiyonu ile çıktı,
Ekrem'in resminin yanına koydu. Manzaralar farklı fakat, iki resimde
üslup aynı idi.
Hoca bize dönerek;
"Bu
resmi Duffy yaptı, şimdi Luwr? müzesinde duruyor. Bunu da Ekrem
yaptı, Mersin Lisesi Resim atelyesinde karşımızda" dedi.
Hepimiz şaşkınlıkla, sessiz iki resme bakarken; Ekrem'in
gözünde beliren o ışıltıyı hiç bir zaman
unutamadım.
(1937 İstanbul doğumlu olan Aykut Hokkacı,
1955 yılında Mersin Lisesi'nden mezun oldu.160'da Siyasal'dan mezun
olup İller bankası Fen heyeti Müdürü olarak emekli oldu.
Halen şehir ve ulaşım plancısıdır. Ethem Aydın onuruna Mersin Sanat
klübünde açılan resim sergisinin dört
iştirakçısından biridir. Ethem Aydın'ın sadece öğrencisi
değil dostudur.)
Aykut Hokkacı, 27022003,ANKARA
Emine
Türkcan yazıyor:
MUT'LU RESSAM: ETHEM AYDIN
Telefonlar her zaman güzellikleri iletmiyor.
Hiç ummadığınız zamanda ölümü, hiç
yakıştırmadığınız bir dostun kara haberini de veriyor. Ethem Aydın
Hocanın ölüm haberi de Sevgili Hüseyin Sevim Hocamın,
insan sevgisiyle dolu Gazanfer Uğural'ın ölüm haberi gibi
telefonla geldi.
Ensesine kadar uzamış saçları, hafif
bükük beli, dudaklarının arasında hiç eksilmeyen
sigarası, kendine özgü davranışları ile başlı başına bir
fenomendi. Konuşmalarıyla sanki yaşıtınız, felsefesi, anlatımlarıyla
bir feylozof gibiydi.
Onunla birlikteliğimiz, 5 Haziran 1998'de Mut Kayısı
Festivali dolayısıyla açtığım sergim sırasında olmuştu.
Üç güzel gün geçirmiştik. Beni
gönüllendirmiş, Mut evlerini yaptığım için de son
derece duygusal sözler ve iltifatlarda bulunmuştu. Son kez 2002
Şubat ayında Adana Evleri ile ilgili sergimde
görüşmüştük. Her zaman olduğu gibi kibar ve
gönüllendiriciydi. Öğrenci değilim, ancak
büyük bir öğretmen ve sanatçı olduğunu daima
hissettirmişti.
Nur içinde yatsın.
Emine Türkcan
Adnan
Ateşok yazıyor:
Ethem abi
Sanırım yirmi yaşlarındaydım. İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam ediyordum. Beyazıt
Meydanı'nın doğu tarafında, Sahaflar çarşısına giden dar sokağa
kadar dalları uzamış ulu bir çınar ağacı vardır. Asırlık
gövdesi Küllük adı verilen mütevazi bir kahvenin
bahçesini süsler. Büyük filozof Neyzen Tevfik,
oranın müdavimidir. Kahvenin önünden her
geçişimde beni oraya çeken garip bir duyguyla dolardı
içim.
O yıllar gençlik rüzgarları ile
uçuyordum.hep tozpembeydi renklerim. Resimler çiziyor,
şiirler yazıyordum. Koşular koşuyor, boks yapıyordum. Her şeyin en
güzel olduğu o çağlarımda doymuyor daha mükemmelini
arıyordum.
Bir bahar günü güneşle beraber
küllüğe girdim. Neyzen Tevfik çay içiyordu.
O'na yakın bir masaya oturdum. Bir zaman geçti aradan, ulu
çınarın geniş gövdesine bakarak dalmışım. Buranın mistik
havasının gizemini çözmeye çalışıyordum. Bir sesle
irkildim. "Selam yok mu delikanlı". Büyük üstad bana
sesleniyordu. "Yanaş bakalım şöyle". Yanına gittim bir sandelye
çektim. Konuştuk saatlerce. Oranın ve O'nun müdavimi
olmuştum artık.
Yıllar geçti aradan, yağmurlar yağdı,
güneşler açtı. Sisler arasından savrulan anıların ardında
parıldayan o birkaç yaprak daima benimle beraber oldular.
Bütün tazeliği ile...
İşte böyle Ethem abi, yanaştık bakalım
şöyle: selamı da unutmadık bak haberin olsun...
Tavla oynardık seninle. Garip bir tarzın, değişik
bir oyunun vardı. Kıstırırdım pullarını bir köşeye, başlardım
kendi pullarımı benim tarafıma taşımaya. Kızardın hep. "Yine
ökçeni çektin kaçıyorsun Adnan" derdin
gülerek.
Peki abi var mıydı böyle ökçeni
çekip gitmek ansızın?
Aslında tavla aksesuarıydı işin. Neler konuşurduk
neler seninle. Resimden girer, edebiyattan çıkardık. Mut'tan
gider Toros'ların karlı tepelerine çıkardık. Barajlar yapar,
ağaçlar dikerdik. Çok gerekmiş gibi arıların kanatları
bile bize konu olurdu. Durmadan çizerdin, "gel" derdin, "bir bak
hele". Aman abi burası güzel olmuş sakın buraya dokunma derdim. Ne
mümkün. Ertesi gün geldiğimde hocanın orayı da
değiştirmiş olduğunu görürdüm.. O'nu tanıyordum, O
mükemmeli arıyordu biliyorum. Gözgöze gelir
gülüşürdük.
Ah hoca ah, mükemmeli yakaladığının farkında
olmadan gittin.
Ethem abi seni çok arıyorum. Atölyenin
sokağına bile giremiyorum Ne yaptın sen böyle.
Son zamanlarda ağaçlara ormanın derinliğine
takılmıştın.
İsterdinki bütün tuvali onlar kaplasın.
Koyu renklerde arıyordun dünyanı. Ben figürleri değiştiriyor,
mitolojik kurgular yaparak, renklerle yumuşuyordum; görsel
çizgileri ve renkleri geri plana alarak
düşündüklerimi aktarma çabasında idim.
Resimlerime bakar, "sen ekspresyonizmin kucağına
düşmüşsün Adnan" derdin...
Minicik bir gök görürdüm
ağaçlarının arasından, hep şafak olurdu semaların. Nereden
bulurdun o renkleri Ethem abi. O turuncuları. o mavileri.
Ayakkabı boyayan çocuklar, yoksul
çocuklar gelirdi yanına. Tavlanın en heyecanlı anında, oyunu
bırakır kalkar, çaktırmadan birşeyler sıkıştırırdın ceplerine.
Onlar, O'nun dostları idi. Misafirlerine eliyle kahve yapıp ikram etmek
en büyük zevklerindendi.
Arkadaşım, şemsiyen çok büyüktü senin. Kimler
girmezdi altına. Hocalar, doktorlar, genç kızlar, bunalmışlar,
talebeler, dostlar.
Bunun farkında bile değildin.
Almadan veren nadir insanlardandın sen.
Büyük insan, bıraktığın yerden bayrağı
alarak çizmeğe devam ediyorum. Bilesin. Renkler dünyasında
yine beraberiz.
Evet, o mükemmel bir insandı. Kimse hakkında kötü bir
söz söylemezdi. Filozoftu, bilgeydi, arkadaştı, dosttu,
insanların rehabilitesi idi.
Adam gibi bir adamdı.
Sana geleceğim Ethem abi söz..... Tavlamıza
orada devam ederiz. Hem biliyorsun, en son, şu Hintli yazar ve şair
Tagor'dan konuşuyorduk ya, sen O'nu orada bul, üçlü
konuşuruz......
Adnan Ateşok
Ressam
Suavi
Numanoğlu yazıyor:
Ethem hocamı nasıl anlatmak gerektiğine benim ne
aklım, ne bilgim, ne görgüm, ne de düşüncelerim
yeter.
O'nu "Evladım, başkasının yolunda giden hiç
bir şey bulamaz", " Biz, resim ve sanatla uğraşanlar altın aramaya
çıkmış adamlar gibiyizdir, bazen bir zerre altın, bazen bakır,
bazen demir buluruz, bazen de hiçbir şey" dediği gün daha
iyi tanıdım.
Yıl 197475 öğretim yılı.Adana Erkek Lisesi.
Okuldaki resim sergisine tarama usulü ile
yapmış olduğum bir çalışmamı koymuştu. Öğüt ve
nasihatlerini iyi dinlerdim. "Sen iyi bir çocuksun, iyi
dinliyorsun" derdi. Resime olan sevgim saygım O'nunla bir kat daha
arttı. Başarılı olduysam O'nun yüzde yüz emeği sayesindedir.
Sanatsal çalışmalardaki hareket noktasını
buluşum, insanlarla olan ilişkilerim Ethem hoca ve o dönemin
öğretmenleri sayesinde sağlıklı bir temele oturmuştur. Şu anda ben
de öğretmenim. Örnek olarak onları almışımdır.
Tartışmasız kültürü, bilge kişiliği
herkese örnek olmuş hocam; devir ne devir olursa olsun etik
değerlere sonsuz bir saygı ve sevgi beslerdi. O'nun dilinden ve hoş
sohbetinden çok ama çok dinledim. Her ne kadar modern
yaşam olumsuz etkilese de bu değerlere sahip çıkmak, korumak,
geliştirmek gerektiğini hep savunmuş ve öğütlemiştir.
Atölyede otururken, sokakta kağıt toplayan bir
genci çağırıp adını sorması, nerelisin dedikten sonra
"çalışmak ister misin". Evet yanıtını alıncada bir kart "bunu
yazdığım adrese götür, gittiğin kişi benim öğrencimdir.
Sana iş verir" demesi, O'nun toplumsal konulara ne kadar duyarlı
olduğunu göstermiyor mu. Bu konunun sonucunu daha sonra kendisine
sordum. Bu genç ilgili yere gitmiş, işe alınmış. Tesadüf
Karslı olan bu çocuk, daha sonra hocama kaşar peynir hediye
getirmiş, teşekkür etmiş.
Kars'ın hocamın gönlünde başka bir yeri
vardı. İlk görev yaptığı yerdi. Oraya nasıl gittiğini anlatırdı.
Fransızcayı fazla bilmez iken, okul müdürünün
kendisine resim dersi yerine Fransızca okutmasını verişini anlatır,
yanlışlıklar üzerine duyarlılığını dile getirirdi.! Bu yıllarda
Kars'ta cumhuriyet balosunda bir malakan kızına aşık oluşundan, Kars
kalesinde resim yapmalarına kadar birçok anısını da benimle
paylaşmıştır hocam.
Sözü açılmışken... 2003 yazında
Kars'a gitmeyi planlıyorduk. Hocam siz yaşlısınız, oralarda başınıza
bir iş gelirse ne yaparım dediğimde, "sizin dağlarınız çok,
değilse bir ağaç dibi de mi yok" dedi. Ama ben O'nun yerine de
gezeceğim.
Tavla oynardık sık sık. Yenilmeyi sevmezdi. Ama
yenilmek için elinden ne gelirse yapardı. Ben de hocam, kumarda
kaybeden aşkta kazanır sözünü tekrarlardım. Hocam, daha
yenmeye çalışır mı... Ben de çoğu kez yenilirdim. Tavlada
hapis oyununu bana kendisi öğretti. Hapisi ondan iyi oynadığımı
söylerdi.
Sık sık ziyaretine gelirdim. Aradabir viski
ısmarlar, sigarasını aldırırdı. Mide şikayetlerimin olduğunu
öğrenince, "oğlum bu mide bizi öldürmeyecek ama ağzımıza
da tat vermeyecek" derdi. Yine de içerdik.
Çoğu kere ziyaretimde camı kapıyı tıklatmadan
girer otururdum. Sessiz sedasız girdimden haberi olmaz, içerden
çıkıp görünce O bana merhaba der, öperdi. O an
çok mutlu olduğunu hissederdim. Bir gün yine böyle
girip oturdum. Öğlen saati idi. İçerden çıktı,
merhabalaştık. Bana "oğlum sen adam olmazsın (sitemli bir şekilde) yat
artık gurka. Sen para kazanmasını da bilmiyorsun, çeyizinde de
ne varsa koy ortaya sergileyelim" dedi. Oturduk. Konuştuk. Sohbet
ettik. Tavla , çay derken sergi için zaman belirledik.
2003'ün ilkbaharında Gizem'li koru'da sergi açacaktık.
(Editörün Notu: Ethem Aydın, eski baraj
köprüsünün bulunduğu yerdeki çay
bahçesine Gizemli Koru ismini verirdi)
Ama O sözünde durmadı. Kendi baharını
yaşamaya gitti. Nur içinde yatsın. Ben ve dostları bu tasarıyı
gerçekleştirmek için çalışacağız.
Bana olduğumdan çok değer veren "Herkes
gönül adamı olamaz, ama sen onlardansın" diyen, ama asıl
kendisi gönül adamı olan öğretmenim dostum Ethem
AydıIn'ı gönlümden hiç çıkarmayacağım.
Suavi Numanoğlu
Editörün Notu: Ethem
Aydın'ın vefatından hemen sonra Aydın sanat evinin Suavi Numanoğlu'nun
sorumluluğuna verilmesi "editörce" bölümünde
anlatılmıştır.
Mehmet
Bayraktar yazıyor:
ETHEM AYDIN'ın ANISINA
Güneşli bir gündü. Yaklaşık iki yıl
önceydi. Haydar Kılınç'la birlikte yeni baraj bentinin
eteklerinden aşağıya nehirin kenarına doğru iniyorduk,
yürüyüş parkuruna. O patika yoldan inerken, bisikletini
iterek ilerleyen bir amcaya rast gelmiştik.
Merhabalaştık ve ayaküstü kısa bir sohbetimiz oldu.
Oldukça şaşırtmıştı beni bu yaşlı amca. Haydar'a "ne kadar
güzel değil mi? Bu yaşta doğadan spordan kopmuyor" demiştim.
Haydar yürüyüşte benden çok daha kıdemliydi. O'nu
ben hep burada bisikletiyle gezerken görürüm demişti.
Aradan geçen iki yıl içinde
yürüyüşe gittiğimiz hergün yaşlı tonton amcayla hep
aynı yerde karşılaştık ve merhabalaştık. Yazları Adana'nın
dışına
gittiğimiz için O'nun Adana'da kalıp kalmadığını bilmiyorduk.
Yaşlı tonton amca,hep güleryüzlü ve
çok sevecen bir tavırla "merhabalar günaydın canım" derdi.
Kırk yıllık mahalle komşusuyduk sanki. Ama biz O'nun adını nerede
oturduğunu, gençliğinde ne iş yaptığını, şimdi nelerle meşgul
olduğunu bilmiyorduk. Sanki O'nu o kadar iyi tanıyordukki
bütün bunları merak etmiyorduk. Ama O'nu bir gün
yürüyüşte görmesek bir eksiklik hissederdik.
O'nun "merhaba, günaydın" deyişlerinde derin
bir insan sevgisi ve olgunluk vardı. O tavırda hayata bağlılığın, insan
sevgisinin bütün inceliklerini görürdünüz.
Yalnızca bu kadar da değil. Bir frekans uyuşması da
vardı herhalde aramızda. O yürüyüş parkurunda
yürüyüş yapan onlarca insanla böyle bir
iletişimimiz yoktu. Onların bir kısmı tamamen iç
dünyalarına kapanmışlar, etraftakilere ilgili değillerdi. Bir
kısmı da yaptıkları hareketleri, sesli şarkı söylemek, acayip
sesler çıkarmak gibi, etraftaki insanların dikkatini
çekmek için yapıyorlardı. Tabiki bu hiç hoşa gider
bir görüntü değildi.
İşte bu paracıl düzenin birbirine yabancılaşmış
insanları arasında biri bize oldukça insancıl geliyordu.
Yaklaşık 40 gün önce böyle bir
yürüyüş esnasında Haydar'a "Bu yaşlı amcanın
bisikletiyle bir fotoğrafını çekmek istiyorum" dedim. Haydar da
hem oturup biraz sohbet ederiz, kim olduğunu öğreniriz dedi. Sabah
evden çıkarken fotoğraf makinemi alacağım ve O'nun fotoğrafını
çekeceğim, çok seviyorum yaşlı insanların fotoğrafını
çekmeyi Bu yaşlı çınarların tarihe verecekleri son
pozlardan biri olacak belkide.
İşte biz böyle düşünüp dururken
o unutkanlığımız bizi bir hafta oyaladı. Bir hafta sonra iki gün
tonton amcayı göremedik. Bu normal birşey değildi. Eski baraj
köprüsünün orada çaycılık yapanlara,
çay içenlere soralım dedik. Bir önceki gün, bir
gazetede bir trafik kazası haberi okuduğunu anlattı Haydar bey. Tarifi
tonton amcaya uyuyordu. O gün yürüyüşü eski
baraj köprüsünde bitirmeye ve oradakilere bisikletli
amcayı sormaya karar verdik. Çay ocağına vardık. Çay
içen yaşlı birisini tanıyıp tanımadığını sorduk.
Tanıdığını, iki
gün önce trafik kazasında öldüğünü
söyledi.
O an yıkıldık. Sanki bizim içimizden bir
şeyler kopup gitmişti. Bisikletli tonton amca, sessiz ve
gösterişsiz bir şekilde göçüp gitmişti.
O'nun bir fotoğrafını çekememek, bir
çay sohbeti bile yapamamak ne kadar üzüntü verdi
bize. Hayat küçük bir ihmalimizi bu kadar acı bir
şekilde yüzümüze çarpmamalıydı.
Bisikletli tonton amcayı bir trafik canavarı almıştı
aramızdan. Bizim memleketimizde ne yayaların, ne bisikletlilerin
yollarda bir hakkı var. Bir otomobil eline geçiren, insanları
sinek kadar görmüyor Belediye, yayaları hiç
düşünmüyor. Böyle bir toplumda insancıl bir
yoldaşımızı trafik canavarına kaptırmıştık. Yürüyüş
parkuru sakinlerinden bir tepki beklenir, değil mi? Ne gezer....!
Yaşlı tonton amcanın evini öğrenmeli, kimi kimsesi varmı gidip
bulmalıydım. O gün ölüm haberini bize veren yaşlı
adamdan evini tarif etmesini istedik. Tarifle evini bulduk. Oğlu,
dişhekimi Murat Aydın'la tanıştık. Kısa sohbetimizde
yanılmadığımızı
bir kez daha anladık, günlüğünü okuyunca.
Yitirdiğimiz insan,doğa ve insan sevgisiyle
yoğrulmuş,aydın,köy enstitüsü mezunu bir öğretmendi.
Ethem Aydın'dı O.
O'na bu son yolculuğunda bir uğurlar olsun bile
diyemedik.
21Ocak2003
Mehmet Bayraktar
Editörün Notu: Sn Mehmet
Bayraktar, Ethem Aydın ile sabah yürüyüşü sırasında
sadece günaydınlaşan duyarlı bir gazetecidir. Ethem Aydın'ın
vefatından sonra isminin bisiklet yoluna verilmesi konusunda
göstereceği gayretleri hayret, taktir ve şükranla izliyorum.
Mümin
Derici yazıyor:
Merhum Ethem Aydın.
15 senelik komşum ve dostum. Uğramadığım günler
"gene çapkınlıkta mıydın" diye şaka yapardı.
Tavla oyununu pek severdi. Sık sık tavla oynardık.
Ekseriya yenerdim. Beni yendiği zaman pek mutlu olurdu. Bazan bilhassa
yenilirdim. Onu mutlu görmek beni sevindirirdi. Zaman zaman
hiç kimseye açılmadığı sırlarını bana açardı.
Evliliğindeki ayrılma durumunu üzüntüyle ifade ederdi.
Sohbetleri ciddi mevzular ve ilim idi.
Fransızcası iyi idi. Bana olan hitabı ekseriya
Fransızca idi. Bazan Fransızca konuşurduk.
Güzel sözleri ezberine alır, yeri
geldiğinde söylerdi. Bana okuduğu son şiir şu idi:
Mide tehi ten dürüst,
Kese tehi din dürüst. (Tehi boş anlamındadır)
Yakın bir dost ve iyi bir komşu kaybettim. Rahmet olsun. Unutamıyorum.
Mümin Derici, 20.1.2003Adana
Emekli Banka Müdürü
Tasavvuf musikisi hocası
Sezaver
Seçki yazıyor:
Öğretmen Ethem AYDIN
Bazı insanlar vardır.... yaşamın anlamını bulmuş,
kendi varoluş nedenini çözmüştür.. Ve bu amaca
uygun yaşayarak, görevini yerine getiren insanların
gönül rahatlığıyla dünya sahnesinden çekilmeye
hazırdır. Çünkü bilirki... artık sevenlerinin
kalbindedir, sonsuzluğu yakalamıştır. İşte böyle insanlardan
biriydi sevgili Ethem hoca.
Beni etkileyen yönlerinden birkaçını
anlatmaya çalışacağım O'nun.... zor olacak ama.... övmemeye
özen göstererek... Bunu özellikle vurguluyorum;
çünkü övülmeyiş sevmezdi. Hemen bir hikaye
anlatarak nedenini açıklardı. O'nda o kadar çok bilgelik
dolu hikaye vardıki, hepsini tam da yakışacağı yerde anlatırdı. O'nu
dinlerken ince esprilerin tadına varır, hem öğrenirdiniz hem
düşünürdünüz. Ve, fikir üretmek durumunda
kalırdınız. Ortaya attığı konunun tamda ortasında bulurdunuz kendinizi.
O nedenle, O'nunla sohbet etmek çok keyifliydi. Yanından
ayrılırken ufkunuzun genişlediğini, zenginleştiğinizi fark ederdiniz.
Yanına gelen herkesin kişiliğine uygun yapabilecekleri şeyleri fark
ettirme yönü çok güçlüydü. ve
inanılmaz ölçüde "yüreklendirme, etkileme"
yeteneği vardı. Örneğin, bisiklet almama, sabah sporlarına
başlamama neden oldu. Ayrıca, birlikte spor yaptığımız
yürüyüş alanını konu alan resimler yapmamızı
önererek, kopmuş olduğum resime yeniden başlamama neden oldu. Daha
da ötesi, kendisi de aynı bölgeyi konu alan resimler yapmaya
başladı ve ortak bir sergi açma fikrini ortaya attı. Böyle
bir olayın beni heyecanlandıracağını, gururlandıracağını ve resim
çalışmalarıma hız katacağını biliyordu.
Sevgili Ethem hocanın beni en çok etkileyen
yönü, son gününe kadar verici olmasıydı. İnsana
O'nun kadar değer veren insan az bulunurdu. Çöp karıştıran
sokak çocuklarıyla bile dostluk kurmuştu. Onları kahvaltı
masasına davet eder, zamanını ve yemeğini paylaşırdı. Hatta onlara bir
de "amaç" vermişti. Sokağa atılan değerli olabilecek nesneleri,
kitapları getirdiklerinde para karşılığında onlardan satın alırdı.
Sürekli olarak ülke gündemini takip
eder, çözümler üretirdi. Bu
çözümleri hükümet yetkililerine yazarak
katkıda bulunmaya çalışırdı. Onlardan yanıt aldığında
çok sevinirdi. Bu yönünden haklı olarak gururla
söz ederdi. Ah bir de sosyal demokratların birleştiğini bir
görseydim derdi. Bir gururu daha vardı ki en büyük
gururu buydu: öğretmenliği ve toplum kazandırdığı
öğrencileri. Olumlu etkilediği, yönlerini bulmalarına birebir
kendisinin katkısı olan öğrencilerinden bahsederken gözleri
parlardı.
Ressamlığından çok öğretmenliğiyle
anılmak hoşuna giderdi. Şu saptamam çok mu garip olur
bilemiyorum ama, aramızdan ayrılmasının tam da öğretmenler
günü kutlamalarının yapıldığı haftaya rastlaması çok
anlamlı. Gönlüne uygun bir şeydi gibi geliyor bana.
Ayrıca "trafik canavarını durdurmanın bir yolunu
bulun, sabah sporu yaparak doğa ile kucaklaşmanın hazzını siz de
yaşayın" gibi mesajları da içeriyordu aramızdan ayrılma şekli.
Bunları bana söyleten yalnızca sezgilerim değil, O'nun yaşama
bakış tarzı da.... Çünkü yaptığı, söylediği her
şeyin bir nedeni vardı ve hiçbir şeyin rastlantı olmadığına
inananlardandı. Bazı şeyleri kendimizin çağırdığını
söylerdi.
Sevgili Ethem hoca'nın beni etkileyen son bir
yönünü aktarmadan geçemeyeceğim. 2000 yılında
doğum yeri olan Mut'ta çorak bir tepenin
ağaçlandırılmasını sağladı (Adana Orman İşletme
Müdürlüğü'ne fidan alımı ve dikimi için
bağışta bulunarak). Hem doğduğu yere, hem de doğaya olan saygısı ve
sevgisi böylesine yoğundu. Örnek alınacak bir duyarlılığa
sahipti.
Sevgili Ethem hocanın daha okuyacak çok
kitabı, yazacak çok yazısı, boyayacak çok tablosu
vardı..... olmadı. Buraya kadarmış.... Umudu ve hayata olumlu bakmayı
tercih ederdi. Bu yönüne saygımdan dolayı
üzüntümü ifade edemiyorum. Ancak birlikte
açmaya hazırlandığımız sergiyi düşününce ister
istemez hüzünleniyorum. Öte yandan "sana
güveniyorum, sen kendi başına bu işi başarırsın" diyen sesini
duyabiliyorum.... yeniden yürekleniyorum.!!
Kendisi şu anda farklı bir boyutta olabilir, ama
yaşam tarzıyla ve yaşama bakışıyla o kadar canlı ki... bu
sözlerime sevindiğini ve gülümsediğini
görebiliyorum. O'nu tanıma şansına eriştiğim için kendimi
mutlu sayıyorum.
O ışığın yansımasını bilenlerdendi. Soyadı gibi
AYDIN'dı., aydınlıktı. Çevresindeyseniz, isteseniz de
istemeseniz de aydınlanıyordunuz. "GÜNAYDIN"
sözcüğünü O'nu tanıdıktan sonra manasını idrak
ederek kullanıyordunuz. Bu sözcükle her sabah evrendeki
tüm varlıklara, taşa, toprağa, kuşlara, çiçeklere,
insanlara selam vermek için çıkıyordu sabah gezisine
sevgili bisikletiyle. Onlardan da karşılık alıyordu. Bu sevgi
alışverişi O'na enerji veriyordu, ve enerjisini ışık olarak
saçıyordu, çevresine bulaştırıyordu. Bence O'nun varoluş
nedeni buydu ve bunun farkındaydı. O nedenle şu anda O'na şöyle
seslenmek geliyor içimden: " gözün AYDIN Ethem AYDIN,
başardın". Biliyorum ve hissediyorumki ışığın sonsuza kadar parlayacak,
aydınlatmaya devam edecek. Seni seviyorum.
Sabah sporunu yapanlara özel değer verirdi.
Çünkü bu olayın, kişinin kendine duyduğu saygıyı,
sevgiyi gösterdiğini düşünürdü. Uyku yerine
böyle bir aktiviteyi seçmek çok önemli bir
göstergeydi. Hem sağlam kafa sağlam vücutta bulunurdu...
Böylece çevresine daha faydalı olabilirdi.
Sevgili Ethem hoca'dan hafızama kazınan bazı
sözlerimizi veya mesajlı hikayelerimizi aktarmak istiyorum:
Tibet'teki dervişlerin yiyeceklerini çevre halkı temin edermiş.
Bulundukları yere kadar getirirlermiş. Dervişler sessizce karanlıkta
otururlarken, tefekkür ederken, yemeği getirenler onları
görmeden geçip gidebilirlermiş. Onun için
"öksüreceksinki orada olduğunu anlasınlar" derdi.
Resim yaparken çok fazla yapıp bozmak
gerektiğinde bu olayın resim yapmanın doğasından geldiğini ifade etmek
için şöyle bir tekerleme kullanırdı: "Atike don dike,
söke dike, gene dike". Her söylediğinde
gülüşürdük. Herşeye rağmen pes etmeden, neşeyle
resme devam etmeyi kolaylaştıran bir bakış açısıydı. Şimdi ben
kullanıyorum bu tekerlemeyi.
Bir keresinde mezarlığa gidip ölülerimize
ziyaret görevinden konu açılmıştı. Özel zaman ayırmak
gereken bir iş olduğundan şöyle demişti: "Ölülerin
değil, sağların sana ihtiyacı var. Zamanını onlar için kullan".
Masasında çiçeği eksik olmazdı. Ben
kendisine çiçek götürdüğümde
şöyle derdi: "çiçekler ne zamandan beri
çiçek getiriyorlar". Böylesine kibar ve tatlıydı.
Kadınlara çok değer verirdi. Çünkü
dünyanın kurtuluşunun kadınların bilinçlenmesiyle
gerçekleşeceğine inanıyordu. Çok da haklıydı.
Atatürk'ün de dediği gibi anneyi eğitip
bilinçlendirdiğinizde aileyi aydınlatmış oluyorsunuz. O nedenle
kadınların kendilerine kadınların kendilerine güvenerek
mücadele etmeleri gerektiğini vurgulardı.
Unutmadığım sözlerinden bir tanesi de şuydu: "iyi ayakkabı yol
yürütür". Kaliteli yerlerde çalışmak, kaliteli
işlerle uğraşmak ve sorumluluk almak insanı büyütür,
geliştirir derdi.
Yeniden doğuşu anlatan çok tatlı bir hikayesi
vardı:
İkiz bebekler annelerinin karnında konuşuyorlarmış:
Oh! ne güzel sıcacık rahat bir dünyadayız. Yorulmadan
besleniyoruz. Dışarı çıkma günü yaklaşıyor Tanrım!
Dışarda öleceğiz... kimbilir neler bekliyor bizi diye korkarken
çıktıklarında bakmışlarki çok daha gemiş ferah bir ortama
gelmişler.
Sevgili Ethem hocayı yazmak sonsuza kadar
uzayabilecek bir iş gibi görünüyor bana. Ne yazsam O'nu
anlatmaya yetmiyor gibi... O nedenle bilinçli olarak nokta
koymam gerekiyor. O'nu her an anımsıyorum. Öz Türkçe
kullanmaya özen gösterirdi. Sözcüklerin anlamına
varmaya çalışırdı. Beyin jimnastiği yapmak için her
gün kendine bir sözcük seçerdi. Kök
anlamından bazlıyarak yeni sözcükler türetirdi. Ve
bunları bir kağıda yazarak düşünmeye başlardı. Boşa
geçen bir anı yoktu. Ya bilgisayarın başında teknolojiyi
yakalıyordu, ya kitap okuyordu, ya dostlarıyla sohbet ediyordu, ya
yazıyordu, ye resim yapıyordu. Hiçbir şey yapmasa
düşünüyor fikir üretiyordu. 30 yaşın dinamikliğini,
çağdaşlığını 80 yaşına yansıtıyordu keyifle.. ağzında
sigarasıyla. Sigaranın kendisine dokunmadığını çünkü
dudak tiryakisi olduğunu söylerdi.
Kolay kolay hasta olmazdı. Olduğunda da doğal
yöntemlerle kendi kendini tedavi ederdi. Böylece kimseye
yük olmazdı. Başkasına yük olmamak çok önemliydi
O'nun için. Bence yeni bir dünyaya göçerken de
buna dikkat etti.
Bir gün ,,, sonsuzlukta bir yerde....
görüşmek üzere hoşcakal sevgili Ethem hoca.!
İmzamı en sevdiğin sıfatımla atıyorum.
Sezaver Seçki
İngilizce Öğretmeni
Doç.
Dr. Mehmet Yılmaz yazıyor:
SEVGİLİ ÖĞRETMENİM, DOSTUM
ETHEM AYDIN
Ellerim boya içinde resim
çalışıyordum, telefon çaldı. 'Hay Allah, tam dalmışken
yine kim bu arayan' diye söylenerek açtım. Arayan
Mersin'den Özlem 'di. Çok kısa bir selamlaşmadan sonra
'sana kötü bir haberim var' diyerek konuya girdi: Sizin
öldüğünüzü söyledi. Bisiklete binerken
bir araba çarpıp kaçmış. Donup kaldım. Şimdi çekip
gitmenin sırası mıydı be hocam?! Daha bir hafta önce telefonda
konuşup, yakında görüşürüz diye sözleşmemiş
miydik?! Kendime gelmek için koltuğa oturdum.
İki gün önce de Neşet Günal ölmüştü; o
akşam hiç bir TV kanalında adı bile geçmemişti. Oysa
kimin kiminle, nasıl ve nerede düşüp kalktığının haberleri
veriliyordu bütün kanallarda. 'Sanat dünyasının
manzarası buydu işte! Tam da bu olayların üzüntüsü
ve kızgınlığı içindeyken, üstüne bir de sizin
öldü haberiniz iyice moralimi bozdu; insanın bir
yakınınıöğretmenini, dostunu kaybetmesi daha acı oluyor.
Çalışmayı yarıda kesemezdim; çünkü boya
kurumadan halletmem gereken bir bölge vardı. Devam etmek
içinse (üstelik tam da Ethem Aydın'ın kanını kaynatacak
ateşli bir çıplak üzerinde çalışırken!) şevk
kalmamıştı. Ama bitirmek zorundaydım. Bu duygular içinde bir
süre daha zoraki çalışmaya devam ettim.
Az sonra Tansel ve Tahir hocalar geldiler; her
zamanki gibi yemeğe gittik. Üzüntümü gören
Tahir Hoca, o felsefeci edasıyla, 'üzülme Mehmet, adamın
ölümü hiç de fena bir ölüm değil;
yatağında yaşlılıktan ve hastalıktan ölse daha mı iyiydi yani'
diye espiri yaparak aklınca teselli etmeye çalıştı. Akşam,
neredeyse aynı sözleri ağlayarak eşim de sarfetti (ne olacak,
Tahir hocanın öğrencisi!): 'Tam da Ethem Aydın'a yakışan bir
ölüm.' Evet, sorsalardı böylesi (eylem halindeyken) bir
ölümü tercih ederdiniz kuşkusuz; ama son konuşmamızda
sesiniz o kadar emin ve canlıydı ki!..
Sizinle dostluğumuz 1980'lerde başlamıştı. Adana'dan
sık sık gelip giderken, Mut otobüs terminalindeki bürolardan
birinde asılı amatör resimlerimi gördükten sonra
tanışmak istemiş ve haber salmıştınız. Yine geldiğiniz günlerin
birinde tanışmış ve aynı gün Adana'ya gitmiştik. İlk
tanıdığım,
işliğini gördüğüm, emekli olmasına rağmen hala sanat
heyecanını taşıyan ve bunu etrafına da bulaştıran bir ressamdınız siz
Ethem Hoca. Diğer sanatçıların hepsini sizden sonra, sizin yol
göstericiliğiniz sayesinde tanıdım. 'Sanatçıdan ziyade,
'öğretmen' denmesini isterdiniz.
Eskiden sık sık mektuplaşırdık; daha doğrusu uzun
solukla tek mektup arkadaşım oldunuz. Son zamanlarda telefonlarımız
daha sıklaştığı için mektuplarımız iyice seyrekleşmişti. Ama siz
'söz uçar, yazı kalır' deyimine inananlardandınız. Beni
yazmaya yöneltmek için günlük tutmamı
öğütlemiştiniz. (yıllar sonra nihayet günlük
tutmaya karar verdim; ancak ilk birkaç günden sonra
düzen bozuldu ve bazen 'aylık', bazen 'yirmi günlük',
bazen de 'elli günlük' oldu!). Ama ne olursa olsun, şimdiki
makale, çeviri ve kitap yazma maceramda, yazışmalarımızın
büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Ne zaman
doğrudan, ne zaman 'çaktırmadan' öğreteceğini bilen,
gerçek bir öğretmendiniz.
Mektuplarımızda neler yaşamadık ki... İlk yıllarda
zarfın içine birkaç kez para da sıkıştırmıştınız. İki
insanın arasında yaşanabilecek her şey vardı mektuplarda: sevgi, umut,
dayanışma, içten itiraflar, kavga, küsme ve daha neler
neler... Hatta aynı gün iki mektup birden aldığım olurdu. Bir ara,
gerçekten kızmıştınız. Öyle ki, bana aynı tümce
içinde hem 'sen' hem de 'siz' diye hitap ediyor, heyecanınıza
yenik düşüyordunuz. Sıcağı sıcağına yaşadığınız ve
aceleyle
postaya vermek endişesi taşıdığınız için, düzeltmeye de
zaman ayırmıyordunuz...
Bu gece onları çıkardım, tekrar okudum.
Daktiloda yazılmış olan bazı satırları (izninizle) paylaşmak istiyorum:
'Kıymetli Mehmet. (28.?.1995)'
'Bu mektubunuzu ibretle ve dikkatle
okudum, uzun uzun düşündüm ve düşünmekteyim.
Demek ki insanı anlamak için henüz çok gerilerde
kalmışım...' (...)
'İnanır mısın, şu kadar
öğretmenlik ve idarecilik yıllarımda böylesine bir iç
yargı bunalımına düşmedim. Anladım ki sen sosyal
özürlü olarak yaşamını sürdüreceksin. (...)
Ama o odunlaşmış kafan, fikri sabitlerin...' (...) Şimdi seni
böyle kabul ediyorum. Böyle seveceğim. Çünkü
senin üzerinde geleceğe dönük umutlarım hep var oldu ve
olacaktır. Aynı yolun yolcularıyız.' (...)
'... Bana gelince, artık
figüratif resim yapamıyorum. Seçtiğim veya boyadığım
yarı soyut elemanlar bana görece objeler, çok
zamanımı alıyor, çabuk üretemiyorum...' (...)
Geçenlerde Devrim (Erbil) Bey,
(İsmail) Tunalı ve (Kaya) Özsezgin bir kahvemi içmişlerdi,
iyi şeyler söylediler ama belki de kahvenin bedeli idi... (...)
Kimbilir neler yazmıştım da
sinirlendirmiştim değerli hocam, Ethem Aydın. Buraya alınabilecek olan,
görece yumuşak tümceleri alıyorum. Başlangıçta
oldukça sitemli başlayan satırlar, mektubun sonlarına doğru
normalleşip tatlıya bağlanıyor. Ah şu dilimiz yok mu! bu konuyla ilgili
olarak, 26 Eylül 1999 tarihli mektubunda da şunları
söylüyor. (Bazı satırları aynen aktarıyorum):
"Bütün canlılar vücut
diliyle anlaşırlar. (koklaşırlar, dokunurlar, dalaşırlar, sevişirler).
İnsanlarsa konuşarak iletişim yolunu
seçmişlerdir.
Dilin ise, anlaşmada çok
yetersiz olduğunu biliyoruz.
Bundan neden, sevgimiz de, saygımız
da yara alıyor.
Birbirimizi anlamadan yaşıyoruz. Bu
bir gerçek!
Yine de aferin bize! (...)
Yine de; her olumsuzluğa karşın,
sevgi, konfetimiz olsun."
Sevgili hocam çok haklısınız; şu
'dil' denen şey hepimizin başımızın belası. Evet, farkına olmadan,
insanoğlu dili anlaşabilmek için yaratmış yaratmasına da; fakat
yine farkında olmadan, dünyayı bu kadar karmaşık hale dil
sayesinde getirmemiş mi? İnsan öğrendikçe ve
yarattıkça her şeyi karmaşıklaştırıyor. Hayvanların dünyası
daha sade, daha doğrudan, daha samimi. Neyseler o; oldukları gibi.
İşte böyle. Sizinle daha bir sürü
mektupta bu ve benzeri şeyleri konuştuk, paylaştık. Bakın bir keresinde
de ne diyordunuz. (Yine aynen aktarıyorum):
"Şimdi sen sanata soyunmuş bir (Don
Kişot)sun, ben de Şanso. Sıra beklemeden yazışalım, fikir değişelim,
ben de yeni akımlardan ilgisiz kalmamış olurum. (...)
Bana birikimlerinden gönderme
yap (sanat, felsefe, bilim, psikoloji, estetik, anılar, aşkların da
olabilir)..."
Hele şu işe bakın! öğretirken, aynı zamanda
sonsuz bir 'öğrenme' aşkı içinde olan, bir insan... İşte
gerçek bir öğretmen. Boşuna dememişler, 'en iyi
öğrenme yöntemi, öğreterek öğrenmedir' diye!...
Son mektubunuz 29.04.2002 tarihli. Altı sayfalık bir
deneme taslağı. İnceleyip görüşlerimi bildirmemi
istiyorsunuz. Bildirmiştim. Yanıt gelmedi. Sonra bir daha yazışmadık;
ama sık sık telefonlaşmayı sürdürdük. En son
yüzyüze iki sene önce Altamira'daki sergimde
görüşmüştük. Mersin'e gelmemi dört gözle
bekliyordunuz. Fakat benim işlerim biraz uzadığı için,
dayanamayıp çekip gittiniz işte. Oysa siz benden çok daha
sabırlıydınız.
Mersin ve Adana'daki üniversitelerde sanat
bölümleri kurulmadan çok önce Ethem hoca,
oralarda çoktan bir sanat ateşi yakmıştınız. Ateş şimdi
gençlerin de katılımıyla gittikçe büyüyor. Yeni
Ethem Aydın'lar dolaşıyor ortalıkta. Evet, 'her ölüm erken
ölümdür' ama ben gözünüzün arkada
kalmadığına inanıyorum. Üstelik 'tam da Ethem Aydın'a yakışan bir
şekilde' gittiniz; yani hareket halindeyken, bisiklet üstünde.
Satırları sizin sözlerinizle bitirmek
istiyorum: 'Sevgi konfetimiz olsun.'
Sevgi ve saygılarımla,
Doç. Dr. Mehmet Yılmaz
Süheyla
Tümöz yazıyor:
HOCAMA SEVGİLERLE,
İnsanların hayati inkişaflarını
sürdürürken birçok iniş çıkışları
yaşadığı, zorluklar karşısında ise çok kötü
günler geçirdiklerine tanık olmuştum. Bilgisi ve uğraşları
çok olan kişilerin bu zorlukların üstesinden kolay
geldiklerini görmüştüm. Bu neden büyük rol
oynasa gerek tek çocuğum olan Ülkü'ye diğer
eğitimlerinin yanında özel müzik ve resim dersleri aldırmak
istemiştim. Müzik dersleri alırken, bir arkadaşıma bu
düşüncemden bahsedip, iyi bir resim hocası aradığımı
söylemiştim. Bana sizin adınızı ve telefonunuzu vermişti ve
sınavla öğrenci kabul ettiğinizi bildirmişti. Randevu alıp
gelmiştik kızımla. Atölyenize ve kızım Ülkü'yü
talebeliğe kabul etmiştiniz.
O yıllar baraj caddesinde oturuyordum. Her Cumartesi
sabahı kızımı atölyenize, derse bırakıyordum. Bense vitrin bakıp
zaman öldürüyor, ders sonu ise kızımı alarak eve
dönüyordum. Böylece haftalar geçip, çetin
kış günleri gelmişti. Havanın çok kötü olduğu ve
de rahatsız olduğum bir gün kızımı yine atölyenize derse
getirmiştim.
Hocam! bir kenarda bekleyebilir miyim? Diyerek izin
istemiştim sizden. Siz ise;
Çocuğun dikkatini dağıtması bakımından anlaşmamızda yok, ama
hava kötü, bir şeyler karalamak koşulu ile şuraya oturun
diyerek, masanızın önündeki sandalyeyi gösterip elime
küçük bir resim kağıdı ile kalem tutuşturmuş ve resim
yapmamı istemiştiniz. Ben ise;
Hocam, belki on yıl oldu resim yapmadım! Demiştim.
Siz ise; Burası resim yapılan bir atölyedir, boş oturamazsın, bir
şeyler çizmek zorundasın diyerek, kızımın yanına gidip bir
şeyler öğretmeye başlamıştınız. Bu arada ben bildiğim kadar, bir
çok farklı konular çizerek, kağıdı doldurmuştum, ve sizi
izlemeye koyulmuştum. Bir ara arkanızı dönüp benim boş
oturduğumu görünce kızmıştınız. Ben ise, kağıda resim
çizip bitirdiğimi söylemiştim. Gelip bakmış ve inanmayarak
kızmıştınız. Ve, bu kadar kısa zamanda, bu kadar güzel resmi, on
yıl eline kalem almayan biri kafasından yapamaz. Sen bunu evde
yapıp getirmişsin, demiştiniz. Cevap vermeme izin vermeden, başka bir
kağıt tutuşturup elime, meşhur baykuşunuzu ve objeler koymuştunuz
önüme, çizmemi istemiştiniz çizmelerimi. Bir
ara kalkıp yanıma gelmiş ve çizdiklerime bakıp tatlı sert
çıkışarak,
Ben hocayım! sizde talebemsiniz. Ne bunlar? uzat
ellerinizi, döveceğim demiştiniz. Bende ellerimi uzatmıştım
mahçupça. İki elinizle ellerimi tutup, münis bir
sesle.
Evladım! bu eller dövülecek eller değil,
övülecek eller. Ben seni teşvik için kızdım. Seni
artık bırakmam, sen benim talebemsin, sana ücretsiz ders verip
yetiştireceğim demiştiniz. Eğilip raftan üç dosya
çıkarıp, bak evladım. Bunlar senden büyük ve tahsilli
bayanlar. Biri avukat, biri muhasebeci, biri de öğretmen. Altı
yedi aydır ders alıyorlar. Takdir ediyorum zaman ayırdıkları
için. Ama çizgiler ortada. Seni tanıdığım kadarı ile,
tertipli, iyi bir anne ve ev hanımısın. Ama yeteneklisin. Pastayı,
çöreği, dikişi, nakışı bir kenara bırak, resim yap. Zira
çok kişi, çok çalışmakla çok güzel
resimler yapabilir. Ama yaratma gücü olmaz ise bir yerde
kalır. Taklitçi olur. İyi bir yere gelemez. Bu kabiliyet ise
sende var diyerek, arkadaşınız, emekli hemşire Fatma hanımın hayat
hikayesini anlatarak, kendinizin teşviki ile resme başlayıp,
dünyaca tanınan bir ressam olduğunu anlatmıştınız. Bir beni iyi
bir ressam olarak görmek istediğinizi söyleyip, beni
heveslendirmiştiniz. Ben de; hocam, ben kimseye borçlu olmak
istemem, ücret alırsanız ders alırım, diyerek bilgilerinizden
istifade etmeye çalışmıştım. İlk resim derslerim böylece
başlamıştı.
Sizden resim dersi alırken, çeşitli konularda
da sohbetlerimiz olmuştu. Derin bilgi ve tecrübelerinizden
istifade etmiştim. Sizin bir ara imamlık yaptığınızı ve fıkıh bilgileri
öğrendiğinizi anlatmıştınız. Bazı konularda ise, boşa giden
uzun zaman harcadığınızı, herşeyin boş olduğunu
anladığınızı ve
bir sır bulduğunuzu anlatmıştınız. Her iki yanında gizli tehlikelerle
dolu olan yüksek iki dağ arasındaki bir geçitten
bahsetmiştiniz. Bu sırra götüren geçidi ise, sırları
açan sözler olduğundan bahsetmiştiniz. Bir gün
bu geçitten geçip, dünyayı özgürce
dolaşacağınızı ve sizinle ilgili yapılan çalışmaları,
yapacağım
güzel resimleri izleyeceğinizi anlatmıştınız. Bir rüya gibi.
Aradan yıllar geçti. Kader beni oradan oraya,
bir yaprak gibi savurdu. Her savruluşta haz duydum, vuruluşta ise acı.
Çektiğim her acı ise, beni pişirdi, olgunlaştırdı,
gerçekleri görmemi sağladı. Kendi ayaklarımın
üstünde durmayı başardıktan sonra resim öğrenmeye
ağırlık vermek istedim. Bir kaç kez pembe karanfillerle
ziyaretinize geldim, atölyeniz kapalıydı. Başka başka yerlerden
geç kalmışlığın telaşı ile dersler aldım ve alıyorum. Kendimi
iyi yetiştirmeye çalışıyorum. Ve diyordum ki; bir gün iyi
bir ressam olacağım. Ressamlar derneğine kabul edilerek, pembe
karanfillerle hocamı ziyaret edeceğim. Bak hocam! seni mahçup
etmedim, diyeceğim.
Derken.... Diyeceklerim boğazımda kaldı. Acı
haberinizi bir arkadaşımdan aldım. Oysa kısa süre önce
Atatürk parkındaki şelaleden akan suların dökülüp
dalga oluşunu saatlerce izleyip, beynime çizmiş eve
dönüyordum. Siz hocamı, bisikletle görüp
aktifliğinizden dolayı gurur duymuştum. Ve geçmişi, geleceği o
an yaşayıp burkulmuştum.
Her konuda olduğu gibi resimle ilgili bilgilerimi de
çoğaltmak için sonuna dek öğrenciniz olacağım hocam.
İyi bir ressam olarak, pembe karanfillerle ziyaretinize gelemedim, ama
gelecek nesillerin emanetçisi olan çocuklara, birbirleri
ile savaşıp, üzülüp yok olmasınlar ve doğruyu bularak,
rengarenk çiçekler, mutlu resimler yapsınlar diye, renkli
boyalar, defterler dağıttım. Bir zamanlar sizde beni resme teşvik
ederek ruhumu renklendirmiştiniz. Ruhunuz şad olsun Hocam!
Süheyla Tümöz,
Mayıs2003
Süheyla Tümöz yazıyor:
VUSLAT
Bir gün pembe çiçekler koymuştun önüme,
Çizeyim diye. Hayran kaldım güzelliklerine.
O güzelliği yansıtamam endişesine kapıldım bir an.
Sorgulayan gözlerle baktın yan yan.
Gülerek, sağ elini sol omuzuma koydun.
Sanki ruhumdan geçenleri biliyordun.
Dedin ki;
Bak evladım, bu dünya bir imtihan, her şey bir
oyun, bir rüya, ve her şey yalan. Çocukken koşuşturdum
bilmeden oraya buraya, gençken kendimi dünyayı fethedecek
bir kral sandım. Bazan hüsrana uğradım, düştüm
çamurlara, bazan derin dine imana sarıldım. Beyhude yerlere
kürek çektim boşa oyalandım. Her iki yanımı sarmış gizli
tehlikelerle dolu sarp yalçın dağlar. Ama ortalarında kimselerin
bilmediği gizli bir geçit var. İşte ben o geçitteki sırra
giden gizli yolu buldum.
Elimdeki söz iksirini ışık yapıp ilerliyorum
Bu öyle bir sır ki, kimse bilemez
Layık olamayanlar ise bu sırra eremez
Her çiçek yaprak çizişimde yüce Allah'ın
büyüklüğünü kavrıyorum
Allah'ın ilmi yanında acizliğimi anlıyorum
Bir gün sende çok güzel resimler çizeceksin
Geçitten geçipte çizdiklerini
gördüğümü hissedeceksin
Çevreni bırak, nefsinle savaş!..
İstenirsen bu sırra sende ereceksin
Herşey beyhude, herşey boş
Gerçek özgürlüğe kavuşmak istiyorsan bu
geçide koş
Aradan uzun sanılan, rüya gibi kısa yıllar geçti
Arıyorum o yolu Hocam
Kimbilir kader belki beni de seçti
Süheyla Tümöz,
Adana, 09Mayıs2003
Editörün Notu:
Süheyla hanımın anlattıkları fevkalade
düşündürücüdür. Ethem Aydın'ın yukarda
bahsedilen mistik hüviyeti hakkında herhangi başka bir yazılı
belgeye rastlayamadım veya farkına varamadım)
Ülkü
Tümöz yazıyor:
Merhum Ethem Hocamla tanışmam çok
küçük yaşlarıma rastlar. O nedenle çok fazla
şeyleri anımsamıyorum. Anımsadıklarım ise; sınavla beni kabul etmesi ve
ilk dersinde, küçük renkli boyalarla, bir
küçük resim defteri armağan etmesiydi. Ayrıca ben ona
hep Ethem dede der, sonra utanır dilimi ısırırdım. Bu belki de
lüle lüle, kar yağmış saçlarından ve de bir dede
şevkati ile davranmış olmasından olabilir.
Merhum Ethem Hocamla, çeşitli konularda resim
çalışmalarımız oldu. Ben hep bahar resmi yapmak isterdim.
Çünkü baharı çok seviyordum. Bunda belki tek
çocuk oluşum, baharda annemle parka daha çok gidişimin
rol oynaması etkili olmuştur. Merhum Ethem Hocam ise, bana sonbahar ve
kış resimleri yaptırmak isterdi. Sonbaharı biraz becerirdim de, kış
yapamazdım. Çünkü ılıman iklimli bir bölgede
yaşıyorduk, ve karın yağışını görmemiştim. Sonunda karı ve
tipileri kendi tamamlamış ve bunları sergime koyacağım diye almıştı.
Merhum Ethem Hocamın öğrettiklerini resim
olarak pek devam ettiremedim. Ortaokul ve lise yıllarımda faydasını
çok gördüm bu bilgilerin. Zira yaptığım resimlerim,
sergi sonu hocalarım tarafından evlerinde asmak nedeni ile hep
alınırdı. Liseden sonra ithalatihracat okudum. Şimdi ise İktisat iki
talebesiyim. Ayrıca, bu arada babamın işine yardıma gidiyorum. Resimle
pek ilgim olmuyor. Ama yine de boyalarla iç içeyim. Hobi
olarak, ahşap boyaması yapıyorum. İnşallah bir gün vakit yaratarak
ve de cesaret bularak tablo yapımına yönelirim.
Annem insanlara, insanlığa, hatırlara çok
değer verir. Bu nedenle ilk dişim, ilk saçım, ilk resmim gibi;
ilk Ethem dedemle çalışmalarımı da saklamış. Onlardan birini
size armağan etmek bana gurur verir. İyi ressamlar, nasılki yaptıkları
resimleri en iyi nakşettiklerini düşünerek, iyi bir ressamdan
nakşetme sanatını öğrenmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Mekanı
nur olsun.
Ülkü Tümöz,
Mayıs2003
Necmettin
Onel yazıyor:
HOCA MI ARKADAŞ MI
O'nu ilk gördüğümde başka bir sınıfın
öğretmeniydi. Öğrencileri, tenefüslerde yanından
hiç ayrılmazlar, konuşurlar, kahkaha atarlardı. O gün,
içimde bir gıpta uyanmıştı. Neden, adını sonradan
öğrendiğim Ethem Aydın benim hocam değildi.?
Gel zaman git zaman Ethem hoca bizim sınıfa da gelmeye başlamıştı.
Artık O'nun öğrencisi olmuştum. Hayat felsefesinin ve
öğrenciye yaklaşımının diğer hocalardan farklı olduğunu ilk derste
yaptığı konuşmadan anlamıştım.
Ethem hoca, resim yapılmaz duyulur; resim
anlaşılmaz, hissedilir derdi. Karşınızdaki şekli, modeli
gördüğünüz gibi değil, içinizde
hissettiğiniz, düşüncenizde canlandırdığınız gibi resmedin
derdi. O, resim ufkumuzla beraber her yönden bizi eğitmiş, geniş
bir görüş sahibi olmamızı sağlamıştı. Hocamız, hem bir
eğitimci hem de çok başarılı bir öğreticiydi. Eğitim ve
öğretimden içinize sine sine, geniş bir perspektif
içinde yararlanabilmek için Ethem hocanın öğrencisi
olmak gerektiğini hala düşünüyorum.
Öğrencileri ile bir arkadaş gibi ilgilenir,
onların dertlerini dinler, çözüm arar, yetişmeleri
için elinden geleni yapardı rahmetli hocam. Lise
öğrenimimin bir döneminde resim ve müzik dersleri
seçimlik ders olarak okutulmaya başlanmış ve öğrencilerin ,
bu derslerden birini tercih etmeleri için dilekçe
vermeleri gerekli görülmüştü. Ben kendimi pek resim
yapacak yetenekte, resme yatkın bir kişi olarak görmediğim
için, müzik dersini seçmeye karar vermiştim. Ancak
tercih dilekçemi daha yazmadığım bir sırada, arkadaşlardan biri
Ethem hocanın beni çağırdığını söyledi. Teneffüste
yanına gittim.
Beni istemişsiniz hocam dedim.
Gel bakalım Necmettin dedi.
Buyur hocam dedim.
Sen müzik dersini seçecekmişsin? diye
sordu.
Evet hocam diye cevap verdim.
Neden? dedi.
Ben iyi, güzel resim yapamıyorum diye cevap verince, "olur mu?"
dedikten sonra elini kürsünün altına uzattı.
Üç adet karakalem portre çıkarttı. Çok
önceleri ödev olarak bir insanın üç duruşta
portresini karakalem olarak yaptırmıştı. Çıkarttığı portreler
benim yaptıklarımdı. Konuşmayı sürdürdü:
Arkadaş, bunları yapan, müziği seçemez.
O resim dersini seçer, dedi. Ses tonu emreder gibi, biraz da
kızgın çıkıyordu. Ben ancak, peki hocam diyebilmiştim. Yine
elini kürsünün altına uzattı, bana düz bir beyaz
kağıt çıkarttı. Önüme uzattı. Ben resim dersini tercih
ettiğimi belirten dilekçemi yazdım. Ethem hoca, kendi elleriyle
idareye teslim etti ve bütün lise öğrenim süremde
benim resim hocam olmuştu.
Hocamla resim üzerine ara sıra konuşmalar
yapıyor, O'nun tavsiye ettiği hala kütüphanemde sakladığım
meşhur ressamların kitaplarını alıyordum. Günler
geçtikçe Ethem hoca ile aramızdaki yakınlığın
hocaöğrenci ilişkisinin ötesinde olduğunu farketmeye
başlamıştım. Teneffüslerde bazen yanıma geliyor, koluma giriyor,
okul bahçesinin ortasında tur atıyorduk. Çok mutlu
oluyordum. Sonra zil çalar bu mutluluk sona ererdi. Bu
turlamalarda, O'na sevgilimden bahseder, üvey anne elinde
büyüdüğüm için, bazen meydana çıkan
evdeki sorunlarımı anlatıp, bir hoca veya arkadaş olarak veyahut bir
büyük olarak fikrini sorardım. Her zaman yol gösterir
beni rahatlatırdı.
Ethem hocanın fizik yapısını anlatmak istemiyorum.
Ancak benim için özellik taşıyan kır saçları ve
güleç bir yüzü vardı. Hiçbir zaman sert
olmamıştır. Öğrenciyi teşvik eder, sıfır rakamını sadece (10)
numara verirken kullanırdı.
Hocamın Rafet Van'ın çok iyi bildiği ve benim
de benimsediğim vasıflarından biri de zamanının başkaları tarafından
ipotek altına alınmasından hoşlanmamasıydı.
Günlerden bir gün, O'nu
düşünceli gördüm ve sordum. Hocam neyiniz var?
Anlatmaya başladı: "Fransızca'mı ilerletmek için Fransa'da
oturan biriyle mektuplaşıyorum. Gönderdiğim mektuba gelen cevapta
ilk defa şeri (okunduğu gibi) kelimesi kullanılmış. Eşim
görünce biraz serzenişte bulundu. Ona canım sıkıldı dedi ve
sustu. Ben dilimin döndüğü kadar O'nu teselliye
çalışmıştım. Hocam eşiniz size değer verdiği belkide
kıskandığı
için böyle davrandığını düşünürseniz bu
serzenişe sevinebilirsinzi de dedim ve ekledim diğer taraftan
üzüntünüzde haklısınız. Ortada lisanınızı
ilerletmekten başka bir gayesi olmayan ve samimi bir üslupla
yazılmış bu cevabın yanlış anlaşılarak, sizin karekterinize uymayan bir
yorum yapılmış şimdi, iki görüşü de terazinin birer
kefesine koyunuz birinci görüşün daha ağır basacağını
göreceksiniz. Bu cevabım üzerine bir kahkaha attı ve
Önel sen yok musun sen dedi ve ekledi: "şimdi bir sigara ver
bakalım". Sigarayı etrafa çaktırmadan verdim. Ethem hoca,
yoklamalarda cebimizde yakalanan sigara paketlerini alan ve sizi
disipline veren hocalardan değildi. Öğrenciye arkadaşca yaklaşır
ve onların dertlerini dinler, yol gösterirdi. Hocamın benden
sigara istemesi bütün öğrenim süresi boyunca
üçbeş adedi geçmemiştir.
Hocamın ikazına uyarak resim dersini
seçtikten sonra kendime göre bir tarz tutturmuştum. Bu tarz
resimlerim hocam tarafından da beğeniliyordu. Bu çalışmalarım
nedeniyle bana çılgın derdi. Bir 10 Kasım günü
Mersin'de Sanat sokağında dört arkadaş, hocamın onuruna karma
resim sergisi açmıştık. Hocam bizden bahsederken " bir
çılgın, üç kabiliyet" diye söz etmişti.
Ethem hocayla arkadaşlığımız okul süresince ve okuldan sonraki
yaşamımda da devam etti. Ben Ankara'da , O Adana'da yaşıyor olmasına
rağmen, Ankara'ya geldikçe, ben Mersin'e gittikçe
görüşüyorduk.
Mersin'de bulunduğum bir gün Rafet Van ile
Adana'ya hocamı ziyarete gitmiştik. O'nu mütevazi galerisinde
bulduk. Bir ara lavaboya gitmek ihtiyacı duydum. Hocam arka tarafta
dedi ve ekledi, sürprize şaşma!. Lavaboya geçtim. Klozetin
kapağını kaldırdığımda kapağın altında şişirilmiş
kocaman bir mavi
balon duruyordu. Önce gözlerime inanamadım, sonra manzaraya
alıştım. Hatta hoşuma da gitti. Renk uyumu güzeldi, hiç de
sakil durmuyordu. Balonu kaldırıp ihtiyacımı giderdim. Hocamın yanına
döndüğümde hocam mavi balon neyin nesi?. Gülerek
espri ile "fareler mavi renkten hoşlanmıyor" diye cevap verdi.
Resimdeki renk ahengini ve espriyi burada da yakalamıştı hocam.
Hayatta yenilmez bir arma gibiydi. Hiçbir
gün mücadele gücünü yitirmemişti. Ama son
raunt.... Anlatılması güç.... Faullü bir yumruk O'nu
nakavat etmişti. O an hakem ona kadar saymayı unutmuştu.
Allah rahmet eylesin
Necmettin Onel
Ankara, Aralık,2002
Ahmet
Küstü yazıyor:
Kadim dostum Ethem Aydın,
Sevgili kardeşim, öğretmen okulu sınıflarında
sana dans ve figürlerini öğreteceğim diye ne zahmetler
çektiğimi hatırlar mısın? Meğer ben o zaman boşuna meşkler
çekmişim. Çünkü sen hayatın bütün
dans ve figürlerini en ince noktalarına kadar hatmedip karşıma
çok usta bir sanatkar, bir bilgin, bir feylesof ve candan bir
dost olarak çıktın. Hele çok başarılı bir resim
öğretmeni olduğun zamanlarda okul bahçesinde gece
aydınlatılan öğrencilerde yaşattığın tabloların güzellikleri
hala unutulmamıştır. O zamanlardan kalan minnet duygularım halen
canlıdır.
Aziz dostum çok şükür ahirette artı
hanemize yazılacak bıraktığımız eserlere, yaptığımız hizmetlere
şükürler olsun.
Sevgili Ethem Aydın, sakın ahiretteki eksi hanemizi hiç
düşünme ve karıştırma. Nasıl olsa tanıdık bir af furyası ile
o da silinecektir.
Ahmet Küstü
Adana Koleji Kurucusu
Ahmet
Duman yazıyor:
Sn Duman, Ethem Aydın'ın ardından yazdığı yazıyı yayından geri
çekmiştir.
M.Demirel
Babacanoğlu yazıyor:
RESSAM ETHEM AYDIN'I ANARKEN
Ankara'dayım; bir dost telefon etti. Ethem Aydın
göçmüş bu dünyadan, şaştım,
düşündüm, bir şerit gibi aktı onunla olan günlerim.
Görür gibi oldum atelyesinde onu, çalışıyordu.
Nazikçe karşıladı beni... Uyandım, O yoktu. 27Kasım2002
günü Fuzuli Caddesi'nden bisikleti elinde geçerken
Reşat Bey tarafına Skoda marka bir otomobil gelip çarpmış ona.
Elin kırılsın Skoda, bir ressamı çok gördün bize!
Rahat uyu ressamım. Seninle Ocak 1985'te ilk söyleşimi
gerçekleştirmiştim; 7Ocak1985 tarihli
Yeni Adana sayısında yayınlanmıştı. Senin güzel anına bu
söyleşiyi yeniden yayınlıyorum. Aydınlığın yansıyacak buraya.
RESSAM ETHEM AYDIN'LA KONUŞMA
"Ethem Aydın, 1920 yılında Mut'ta doğdu. A.G.E.E. Yüksek okulunu
bitirdi. Öğretmen okulları ve liselerde Resim Öğretmenliği
yaptı. 1977'de emekli oldu. Çeşitli dış ülkeler ve
yurtiçi özel kolleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır.
Rengin güçlü bir verim kaynağı olduğuna inanır.
Resimlerinde bunu kanıtlamaya çalışır. Onbeşinci kişisel
sergisini Aydın Sanatevinde açmıştır."
Ressam Ethem Aydın'ın resim sergisindeyiz. Kalabalık bir topluluk var
içerde. Sergiyi geziyorlar, ellerinde kokteyl (cintonik)
içiyorlar. Sergilenmiş resimleri inceliyorlar. Aklaşmış
saçlarıyla dinç görünüşlü, bir
delikanlı gibi giyinmiş; konuklara "hoş geldin" diyen biri hemen
göze çarpıyordu. Ressam Ethem Aydın bu olmalıydı. Sevecen,
tatlı bir gülümsemeyle kendini tanıttı. Resimlere bakıyoruz,
Ressamın yirmiyedi tablosu asılı duvarda. Sıcak renklerin egemen olduğu
görüntü (manzara) resimleri empresyonizmin birer
simgesiydiler. O nedenle, Sanatçıyla konuşmak istedim.
İstediğimi kendisine söylediğimde, mutlu olacağını belirterek,
kabul etti.
Belirlediğimiz bir günde gittim. Konuşmaya başladık.
Resim çizmek, yapmak yüce bir olaydır.
Bu olayın içinde ve ayrımında olduğunuz zamanı anlatır mısınız?
Çocukluk
yaşamım Mut-Ermenek arasında geçti. O yıllarda gidiş gelişlerim
geceye düştüğü için, geceyi daha iyi tanıma
olanağı buldum. Gecenin doğurganlığı, hayal kurma, gerçekler
kafamda yuğruldu. Şekilleri ışığın yardımı olmadan görmeyi
öğrendim. Işık, şekillerin görünüş biçimini
değiştirir. Şekilleri karanlıkta görmek ve yorumlamak benim
için daha kolay oldu. Bu olay, resmi meslek olarak
seçmemde etken olmuştur.
Resmi çizmenizi hızlandıran etkenler neler
olmuştur?
1938'de
Ortaokulu bitirdim, öğretmen okuluna yazıldım. Bir resim
öğretmenimiz vardı. Tahtaya çizdiği resimlerin aynısını
çizmemizi isterdi. Bu durum bana ters gelirdi, derslerden
kaçardım. Kaçma davranışlarımla ilgili soruşturma
açıldı. Durumu Okul Müdür'üne anlattım.
Öğretmenimiz yöntemini değiştirdi. Artık doğaya
çıkarak resimler çizmeye başladık. Doğada, doğa
görüntülerini çalışmak, resim yapma isteklerimi
hızlandırdı.
Ya resim öğretmeni olmak isteyişiniz?
Resim
çalışmalarında epey bir başarı sağlamış olacağım ki, iş
dersleri
öğretmenimiz, Gazi Eğitim Enstitüsüne baş vurmamı
önerdi. O'nun önerisiyle, Gazi Eğitim'in resim
bölümüne başvurdum. Başvurum kabul edildi. Buradan,
resim öğretmeni olarak mezun
oldum.
İzlediğiniz sanat akımı...
Empresyonizm
(izlenimcilik) akımını izliyorum. Kurallarına saygılıyım. Doğanın
içerisinde yapılan resim çalışmaları bu akımın öz
kurallarıdır. Manet, Monet, Cenaze (...) bu akımın
öncüleridir.
Mona Lisa üstüne söyleyecekleriniz?
Leonardo da Vinci'ye resmi yapılmak
üzere bir kadın getirilir. Bu kadın zengin bir tüccarın
karısıdır. Üzerinde bir dizi takılar ve süsler vardır. Bunlar
görüntüyü engelliyordu. da Vinci,
görüntüye engel olan şeyleri çıkarttırdı. Resmi
yaptı. Kadının kocası resmi beğenmedi. Resim dört yılda
yapılmıştır. Anne olan kadınla, sevgili olan kadının iç
görünümünün dışa vurumu, sentezi, Mona Lisa'yı
ortaya çıkarmıştır. Bu resim Rönesans resminin en
ünlülerindendir.
Türk resim sanatında ününü
yükseltmiş ressamlardan bazılarına söylemek, anlatmak
mümkün mü?
Aslında,
Türk resim sanatı yenilerde başlamış değildir. Biz onu yeniymiş
gibi gösteriyoruz. Resim örgüsüne, bizim
katkılarımız sayılamayacak kadar çoktur. Bedri Rahmi Eyupoğlu
"Resim yapmak istiyorsan, Bursa'nın araba boyacılarının yanına git,
renkleri gör..." der. Halılar, kilimler, süslemelerde
kullanılan renkler, işleyişler resim sanatının kaynaklarıdır.
Cumhuriyet döneminde, Avrupa sanatıyla bağlantı kurmak
için, Fransa'ya öğrenciler gönderilirdi. Gidenler
Andrelotte atölyesinde çalıştılar. Akademik bilgiler
öğrendiler. Türkiye'ye geldiklerinde, bu bilgilerle resim
yaptılar. Bunların, öncü olmaları, Türk resim sanatını
etkiledi. Bunlardan Türk resim sanatına çok yarar sağlayan
olarak; Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Avni Lipigi, Haşmet Akal, Hasan
Kavruk... söylenebilir.
Resim aşk model ilişkisi nelerdir?
Rönesans'tan beri en büyük
öğretmen doğanın kendisidir. Yaratılışta bir takım ideal
çizgiler özde vardır. Sanatçı bu ideal
çizgileri araştırırken, çiçekler, yapraklar,
dallar arası bağıntılar, canlıların anatomik yapıları, dişilerin
incelikli, pürüzsüz, çağırtılı bakışı, sanata
konu olmuştur. O sebeple Rönesans öncesi, kadın ve erkek
modeller bol bol kullanılmıştır.
Tarihin
derinliklerinde bir Venüs 20.yy. idealizmine bile örnek
olabilmiştir. Leonardo da Vinci "Bilgi sevginin kızıdır. Ne kadar
çok seversek o kadar çok biliriz." demiştir.
Sanatçı doğayı yorumlarken, onu iç
görüntüleriyle algılar. Çünkü, burada
aşk vardır. Sevgi ve duygu unsurudur. Sanatkarsa aşırı duyarlılığı
olduğu oranda başarılıdır. Sanatın öz yapı ürünlerinden
birisi de budur. O halde sanatçı seveğendir.
Sanatevi açmak nerden usunuza geldi?
Önce ticaret yapmak amacıyla burayı almıştım. O sırada,
Çocukları okutmak için İstanbul'a gittik. Ticaret yapma
isteğimiz bu nedenle olmadı. Dönüşte, sanat
ürünlerimi sergileyeceğim bir yer olarak
düşündüm. Düşüncem olgunlaştı, Aydın Sanat
evini açtım.
Serginiz beğenimizin sınırlarını aşmaktadır. Bunu
içimden gelerek söylüyorum. Ancak bu konuda
sizin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Kanımca
geleceğin resmine soyuttur, (abustra) ne kübist, ne de herhangi
bir hisle oluşan bir resim olmayacaktır. Ancak akılcı, duygusal
anlatımlı, ince ve doğayı derinden kavrayan imajlar topluluğuyla
oluşacaktır. Empresyonizm bunun genel bir deyimi olmaktadır. Ben de bu
yolda çalışan bir sanatçıyım. Her zaman çok iyi
sonuçlara vardığımı söyleyemem. Bazen benim ve
çevremin eksiksiz beğenilerine ulaşmış resimlerim vardır.
Resim sanatının eğitimdeki yerini belirtir misiniz?
Resim dersi, doğru görmeyi, aslına
uygun çizmeyi, görülenle tutulan arasındaki ayrımı
öğretir. Resim dersi, bütün derslerin yardımına koşan
bir bilim dalıdır. Etkisi büyüktür. Bu derste
çizgi üstünlüğüne sahip olanlar, sanat
için yürüyecekleridir.
Resim bir yetenek işi değil midir?
Resim
bir yetenek işi değildir. Resim bilimsel olarak öğrenilen bir
sanat dalıdır. Gördüğünü almak, algılamak,
bunları anlakta saklamak, kağıda çizgiyle, fırçayla
geçirmek, resim yapma olayıdır. Resim şekil, güzellik
bilgisidir. Öğrenmekle kazanılır. Bunlardan doğacak kompozisyonlar
kişinin melekeleriyle ilgilidir. Renk ve şekil kuramları vardır. Her
sanatçı bunları kendine uygun olarak kullanır. Buradan anlatış
biçemi (uslüp) doğar.
Peki konuya nasıl yaklaşırsınız?
Ben
konuya yaklaşırken,sınıfıma girer gibi, yakamı ilikler, resime
öyle başlarım. Konunun erişilmezliği benim ciddiyetimle
karşılaşır. Ortaya bir eser çıkar. Yapıtın değerlendirilmesi
seyircisine aittir.
Başka bir diyeceğiniz...
Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
M.DEMİREL BABACANOĞLU
(07022003 Toros gazetesi, sa: 2)
M.Demirel
Babacanoğlu yazıyor:
ETHEM AYDIN'IN DÜNYASI
Ankara'dan geldiğim günün ertesinde Adana
Çimento Sanayi Sanat Galerisi'ne uğradım. Galerinin duvarlarında
Çukurova'nın ünlü ressamlarından Ethem Aydın'ın resim
sergisi vardı. Hemen izlemeye başladım imrenerek.
O'nu 1985'ten beri tanıyorum. O yılın ocak ayının
yedisinde O'nunla bir söyleşi yapmıştım. Kendi anlatımına
göre 1920'de Mut'ta doğmuş, ortaokulu Silifke'de, öğretmen
okulunu Adana'da okumuş. Gazi Eğitim Enstitüsü'nün resim
bölümünü bitirmiş. Kars Lisesi, Düziçi
köy enstitüsü, İvriz köy enstitüsü,
Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi, Adana Erkek Lisesi'nde
öğretmenlik yapmış. 1980'de emekli olmuş. Aydın Sanat evini
açmış. Birçok ödül, plaket almış, Altınkoza'ca
yılın sanatçısı seçilmiş.
Atatürk caddesinden Pandora sokağa
dönerseniz, sağa ilk sokaktan sapınız, hemen Aydın Sanat evini
görürsünüz. Sizi güleç yüzlü,
sevgi dolu, takvim yaşı 80, gönül yaşı 18 olan Ethem Aydın
karşılar. O'nu orada resim yaparken, masada kitap okurken, biriyle
tavla oynarken, yahut birileriyle söyleşirken
görürsünüz. Kolayca görüşür,
tanışırsınız ama, O kolayca kendini ele vermez. O'nu tanıdım demek
için yıllarınızı harcamak zorundasınız!
O bir sözcükten, bir tümceden, bir
gelenekten yola çıkarak akademik konular yaratır, yaşam
felsefeleri sunar size.
Siz O'nun öğrencisi olmuşsunuzdur, ayrımında olmadan.' Sanki bir
Eflatun'la karşı karşıyasınız. Kendi anlatmaz, anlattırır çoğu
şeyi size. İşte bu sırada öğretmenlik etkinliği girer araya.
Öğretirken öğrenmek. Öğretmenliğin özü bu. O
hep öğretmen olarak algılamıştır kendini. O'nun için
ressamlık ikinci sırada gelir.
37 tablo var AÇS duvarlarında. Her birisi
birbirinden güzel, birbirini tamamlayan. İçiçe
geçmiş dünyalar... O'nun resimleri yaşadığı gezip
gördüğü yerlerin bir parçası, bir ayrıntısıdır.
Ya bir gelenekten yola çıkarak (evet, halıkilim renklerinden,
çizgilerinden, atasözleri deyimlerinden..) ya bir
düşünceden devinerek oluşturur resimlerini. Bir tablo
üzerinde yıllarca çalışabilir. Hemen oldu, al demez. Bir
güzelin, mendile oya işlediği gibi işler resimlerini. İnce ince
çizgiler, nokta nokta lekeler kullanarak tasarısını
gerçekleştirir. O'na göre resimde izlenimcidir.
Doğrudur,görsel olarak öyledir. Ya anlam olarak? işte bu
noktada durmak düşünmek gerek. İlkin natüralist
diyebiliriz! Ya sonra? Gerçek üstücülük...
belkide Ethem Aydın'ın dünyasını oluşturan bu.
O'nun resimlerinde geçmiş, gün, gelecek
vardır. Umutla umutsuzluk çarpışır, yeniden umuda döner.
Renkleriyle sıcak, doğasıyla insandır O. Mut'tur, Karacaoğlan'dır,
Çukurovadır, Toroslardır, denizdir, ırmaktır.. ve yaşar gider
dünyası O'nun...
M. Demirel Babacanoğlu
Ekspres gazetesi 04.01.2001
Rafet Van
yazıyor:
BİR ÖĞRETMEN ARAYIŞLARI TÜKENMEYEN
RESSAM GEÇİNİLMESİ ZOR BİR DOST,
ETHEM AYDIN.
(Editörün Notu: Bu
yazı, bir kitapçıktan kısaltılarak alınmıştır:)
Ortaokul sıralarında öğretmenimdi. Kendisinden
önceki öğretmenin bütün olumsuz etki ve baskılarını
çocuk beynimizden kısa zamanda silip atmıştı. Resimelişi
derslerini bize kısa zamanda sevdirmişti. İlk kez model uçak
yapmasını, mask çıkartıp kalıp almasını, cilt yapmasını O
öğretmişti. Bütün bunlar korkutucu,
ürkütücü, bunaltıcı olmaktan çıkmış, sevimli
şeyler olmuştu.
Lisede şanslı mıydık yoksa şanssız mıydık, bunu çok sorguladım.
Resim yapamadığım ve daha rahat ve kolayıma geldiği için ben de
birçok arkadaşım gibi koşa koşa müzik dersine gitmiştim.
Rahmetli Hikmet hocam onlarca çocuğun içinden sesimi
keşfederek "çık dışarı öküz" betimlemesiyle beni
dersinden kovmuştu. Kös kös yukarı kattaki resim odasına
gitmiştim. Kapıdan içeri, ezikliğimi bastırma isteği biraz da
küstahca "Hikmet hoca kovdu , mecburen beni kabul
edeceksiniz" diyerek girdim. Ethem hocanın yüzünü geniş
bir tebessüm kapladı. Alaycı, aşağılayıcı olmayan bir
gülüştü bu. "Geç, Van, otur" dedi. Resim maceram
o gün başladı.
Aramızda çok güzel resim yapan
arkadaşlar vardı. Beni onlardan hiç ayırmadı. Yaptığım her şeyde
bir güzellik bir orjinallik buldu. Verdiği ödevleri
genellikle yapmazdım. Mazeret olarakda "yaptım, beğenmedim yırttım"
derdim. Gine böyle bir davranışım karşısında "Resim yırtılmaz
atılmaz. Altlarına tarih at sakla. Bana getirmesen de olur" dedi. Bir
gün resim kağıtlarının kenarına su yapın dedi. İnat olsun diye
deve figürleri yaptım. Oysa ben ne deveyi tanırdım ne de
figür çizebilirdim. Geldi.. resmi eline aldı... uzun uzun
inceledi... "Van, seni tanımasam yörük çocuğusun
diyeceğim. Bu ne güzel kıvrımlar ne güzel bir format" dedi.
Hem şaşırmış hem utanmıştım.
O yıllarda böyle renkli dergiler, resim
kitapları, takvimler yoktu. Çok az sayıda çıkartılan
banka takvimlerinin de renkleri birbirine karışırdı. Hocam nerden
bulur, buluşturur kaliteli basılmış, dünyaca ünlü
reprodüksiyonları bizlere getirirdi. Dürbüne benzer bir
aletle sanat eserlerinin fotoğraflarını gösterirdi.
Çevremize bakmayı, tanımayı, değerlendirmeyi öğretiyordu.
Kısa geziler yaptırıyor, gördüğümüz eski
kalıntıları ve bunların değerlerini anlatarak arkeolojiyle bizleri
tanıştırıyordu. Sonra herbirimize bir sanatçının hayatını ve
eserlerini tez haline getirme ödevini verdi. Bu çalışmalar
kağıt üzerinde kalmadı. Derslerde anlatıldı, eserler üzerine
konuşuldu. Resimlerin nasıl yorumlanacağını, resme nasıl bakılacağını
öğretti. Daha önemlisi bize güzel sanatları sevmeyi
öğretti. Mersin Lisesi'ne öyle güçlü,
Atatürkçü,aydın düşünceli,öğrencilerine
birşey öğretmek için didinen öğretmenler
göndermişlerdiki, onlar bizim hayatımızın mimarları olmuşlardı.
Birgün Ethem hoca'nın sergi açtığını
duydum. İlk fırsatta gittim. Duygulu bir karşılaşmaydı. Sergi
süresince bir arada olmaya özen gösterdik. Hayatımda bir
ilke daha imza atıyordu hocam: sergisinden iki tablo almıştım. Hem de
taksitle. Evdeki reprodüksiyon resimlerin böylece sonu
gelmişti. Bu yol bana güzel resimlere sahip olma olanağı
sağlayacak, maddi sıkıntıya düştüğüm bir anımda maddi
kaynak olacaktı.
Hocam Adana'ya dönmüştü. Ful
apartmanının altında küçük bir atölyesi vardı.
Ortadan ikiye ayrılmış bu mekanın arka tarafı yaşam yeriydi ve yasak
bölgeydi. Kapıdan içeri girince ortalık yerde uzunca bir
sehpanın üzeri daima karışık ve dolu olurdu. Yanında bir
şövalye, küçük bir iki tabure, duvarda son
yaptığı bir tablo. Vitrinin doğrusu camın önünde eski tozlu
raflar üzerinde birkaç heykel. Duvara sırtını vermiş
kütüphanede ise gerçekten birbirinden değerli
kitaplar. Arka kısma geçişin yanındaki dar duvar üzerine
yapıştırılmış küçücük ayna parçaları.
Kapının diğer yanında küçük bir masa. Ne zaman bu
kadar çok sigara içtiğini anlayamadım gitti. Tabla, daima
tepeleme izmarit dolu olur. İçinde genellikle solmuş kurumuş
çiçeklerin bulunduğu vazo gizemli bir mesaj verir. Duvara
dayalı kalemlik ise makaslar, cetveller, kalemlerle doludur.
Masanın üstünde daima üç beş kitap bulunur.
Aralarında, küçük notlar alınmış kağıt
parçaları.
Her kesimden dostları vardır. Sandelye sayısı
kısıtlıdır. Fazla misafir olursa "ulan erkekseniz tek tek gelin"
diyerek espri yapar. Hocamla güncel politikayı konuşamaz, dedikodu
yapamazsınız. Şayet konu, bu mecraya akmaya başlamışsa, ünlü
tavlası ortaya çıkar. Böylece seviyesiz ve anlamsız
konuşmalara nokta konur.
Çok güzel sulu ve yağlı boya resim
yapar. Tereddütsüz söyleyebilirim istese bir günde
onbeş suluboya, peyzaj veya natürmort çıkarabilir. Bunlar
emsalleriyle kıyaslanamaz. Ancak O dur durak bilmeden yenilikler
peşindedir. Resim O'nun için bitmeyen bir macera gönül
yarasıdır.
O'nun en büyük zevklerinden biri de
bisikletiyle her sabah yaptığı baraj turlarıdır. Partneri bayanla baraj
gölünün kenarında oturmak, simitle çay
içmek, uzun soluklu sohbetler yapmak. Zaten hocamın
ziyaretçilerinin yoğunluğunu genç bayanlar oluşturur.
İşim gereği hocama sık sık uğrar olmuştum. Kırlardan topladığım
çiçekleri O'na getirirdim. Bazıları çok tatlı
tablolara dönüşmüştü. Sohbetlerimiz keyif
vericiydi. Sonra emekli oldum. Adana'da bir işte çalışırken
görüşmelerimiz sıklaştı. Önce arkadaşı sonra bana
göre, yakın dostlarından biri olmuştum. Mersin'e
dönüşümde hiç bilmediğim bir konuda bir işyeri
açmış, ve tam körfez savaşına denk gelmişti. Boş
otururken bulduğum bir meşe odununu oymaya çalışıyordum. Hocam
bir elinde beyaz kasketi, diğerinde küçük
çantası geliverdi. Oturduk hoşbeşten sonra elimdeki uğraştığım
şeye baktı. Çiziktirdiğim bazı resimleri gördü. "Daha
yumuşak şeylerle çalış" dedi. Ancak gelişleri sıklaştı. Heykel
yapma tutkusunu öylesine körüklüyorduki,
küçük köz kocaman bir ateş olmuştu. O sıralarda
müşterek dostumuz Dr. Sakınç da resim yapıyordu.
İlişkilerimiz artmıştı. Ortak paydada buluşmuş, hoca ise
ölçülü eleştirileriyle bizleri
yüreklendiriyordu. Nisan 1992 de Akkahve'de Mersin Liseliler
Derneği'nin sanat etkinlikleri kapsamında hayatımızda ilk resim heykel
sergisini açtık Türkyılmaz'la. Karşı salonda ise bizim gibi
bir eski öğrenci Doğan Akça'nın resimleri sergileniyordu.
Açılıştan sonra Akkahve'de gazete kağıtlarının üzerine
kurduğumuz çilingir sofrasında saatlerce konuşmuştuk. Ellibeş
yaşından sonra ressam ve heykelci olmuştuk. Ve hocam bizlerin
önüne öyle ufuklar açıyorduki sanki akademiyi
yeni bitiren gencecik sanatçılardık.
Serginin kapanışından bir kaç gün sonra
telefonda: "Mut'a gidiyorum sana da bilet aldım. Mersin'den
otobüse binebilir misin" dedi. Yolda cebinden ufacık bir fotoğraf
çıkardı. "Bu duvara birşeyler yapabilir misin?" dedi. Mut
rölyefi böylece start aldı. O çalışmam sırasında Ethem
hocamı daha yakından tanıdım. Bir mektubunda yazdığı gibi
"geçimsiz, uyumsuz kavgacı bir insanım Daima güncelimdir.
Savaşı bırakmam". Gerçekten çok zor bir insan. Doğruları,
kendince kabul edilmiş çizgileri, insanlara yanaşımı var. Ben de
O'ndan farklı değilim. Çok büyük çatışmalarımız
oldu. (Editörün Notu: Burada bahsedilen çatışmalar
Mut'ta Ethem Aydın tarafından başlatılan rölyef konusunda
sözel muhalefet olabilir). Üçbuçuk ay
süren bu çalışmalarım sırasında zaman zaman ortadan
kayboldu. Küstü gitti. Ağır konuştu. Sonunda büyük
beğeni kazanan rölyef ortaya çıktı. O rölyeften bana
kalan hocamla domates, salatalık, biber ve peynirden oluşan rakı
soframızda kavak ağaçlarının altında yaptığımız uzun soluklu
sohbetlerdi.
Nazım şiirlerinde "çağımı yaşadığım
için mutluyum" der. Her biri kendi dalında
güçlü, Atatürkçü, ödün
vermeyen, öğrencilerini para makinası olarak görmeyen,
özveriyi yaratılışlarının doğal bir sonucu olarak kabul eden Ethem
Aydın gibi o lisedeki öğretmenlerimin öğrencisi olmaktan onur
duyuyorum. Onların öğretmenlikleri sırasında okuduğum için
de mutluyum.
Sayın hocam hayallerimi zaman zaman süsleyen bir fantzaim vardı.
Concord uçağı kullanmak. Bunu düşleyebilmiştim. Ancak
birgün Ankara'da heykel sergisi açacağımı asla. Şimdi
heykellerim resimlerimle sanatın alt basamaklarında bile olsa yaşıyorum.
Bunlar hep seninle oldu.
Rafet Van
Rafet Van
yazıyor:
Buz Üstüne Yazılar ARDINDAN
'Karın,
izleri kapatmasında da bir keramet vardır
E. Aydın'
Kasım'ın yirmisekizi, Pırıl pırıl bir güneş
ortalığı ısıtıyor. Mersin tren garının kapısında birkaç dost.
Güne hiç yakışmayan bir hüzün var
yüzlerinde. Tarsus'a kadar trenle gideceğiz, oradan öteye
minibüsle devam edeceğiz diyor arkadaşlar. Mezarlık çok
uzaktaymış. Sen katılmazdın biliyorum, vefasızlık, vurdumduymazlık,
egoistlikten değil. Senin tarzın değildi. Sen bambaşka bir ilişki
kurardın, duygularını kendine özel paylaşırdın geçip
gidenle. Onun içinde kimseleri ölümle, ölenle
ilgili konuşturmazdın.
Mut'tan dönüyorduk otobüsle. Bir kitapla ilgili olarak
ölümü anlatıyordun. 'Ölüm diye bir şey yok bir
mekan, ortam değişikliğinden başka bir şey değil olan.' Gerçek
bir spirtüalisttin. Konuşmanda bilinçli bir inanç
gizliydi. Sanki bir tablonun önündeydik ve sen her zaman ki
şiirsel renksel bir coşkuyla anlatıyordun o buz gibi soğuk olayı. Bir
kitabın satır aralarından gizli iletiyi veriyor yine araştırmalara
yöneltiyordun.
Tiren rayların üzerinde tıkırdıyarak, durup
kalkarak ilerliyor. Karşımda Cemal Hoca var. Anlatacak anılar bulmaya
zorluyoruz kendimizi. Ölümünde bile bir gariplik var. Ne
üzüntü veriyorsun ne de ayrılık duygusu. Hani Mersin'den
uzak oralarda bir yerlerdeydin ya onun gibi bir his içimde.
Minübüste en geride oturuyorum.Yaklaştıkça bir
sessizlik kaplıyor her bir yeri. Kabasakal mezarlığı AdanaKaraisalı
yolunun kenarında. Sarımsı boz renkli tepelerin yamaçlarında
kurulmuş. Bizden önce gelen dostların bekleşiyorlar.
İçimden kimseyle konuşmak gelmiyor. Nasıl olduğunu da sormuyorum
kimseye. Okaliptüs ağacının altındaki beton sıraya oturuyorum.
Anlamsız, manasız binlerce değişik şey geçiyor kafamdan. Boş
gözlerle ilerdeki gönderilmiş çelenklere bakıyorum.
Kasım'ın sonunda Mut'a gidecek, EğitimSen. lokalinin bahçesinde
kavakların altında bir sini içinde, domates, peynir,
salatalıktan oluşan mezeyle rakı içip röliyefin onuncu
yılını kutlayacaktık.
Uzaktan bir siren sesi duyuluyor.
Bahçedekilerde bir kıpırdaşma başlıyor. Mezarlığın kapısından
yeşil renkli cenaze aracı giriyor. Şoför rutin hareketlerle aracı
gasilhanenin önüne yanaştırıyor. Birileri koşturuyor.
Yerimden kıpırdamadan seni izliyorum. Ne kadar zaman geçiyor
bilmiyorum. 'Helallik dilemek, vedalaşmak isteyen başka kimse var mı?'
diyor bir ses. Salacağın üzerinde beyazlar içindesin. Elin
dışarda duruyor. Buz gibi. Dışarı çıkıyorum. Tabutun
üzerinde yeşil renkli Arapça yazılı bir örtü var.
Neden yeşil örtü?. Oysa sen gerçek bir Atatürk
öğretmeni, binlerce öğrenci yetiştirmiş bir sanat adamıydın.
Ağrıyan ayağımla tabutun biraz arkasından
yürüyorum. Kafamın içi bir tuhaf. Sanki boşluktayım.
Şimdilerde her şeyi düşünüyorlar önceden. Bir
çok çukur açmışlar. Sıra sıra. Yerini beğeniyorum.
Bütün Çukurova ayağının altında. Oğlunla mezarcı
aşağıya iniyorlar. Seni aşağı verirken baş ucundan tutuyorum.
İçimden yüzünü okşamak geliyor. Bir takım kişiler
şöyle çevirin böyle yerleştirin diye komutlar verirken
ben yan taraftaki açık çukurun toprak tümseğinde
oturuyorum. Üzerine yeni kesilmiş mis gibi kokan çam
tahtaları diziyorlar. Mersin'deki gibi soğuk beton parçalar
değil. Önce bir yarış başlıyor toprak atmak için. Sonra
sadece görevliler toprağı kürekleyip bir tepecik oluşturmaya
başlıyorlar. Sarı ağır killi bir toprak. Ne güzel heykel yapılır
bu topraktan derdin görseydin toprağını. Çelenklerden murt
dallarını çıkarıp üzerine dikmeye çalışıyorum
bilinçsizce. Başucuna bir tahta diktiler. Artık son numaran
yazılı orada.
Yüreğim ağrıyor. Çocukluğumun resim
öğretmeni, sonraları arkadaşım, yoldan dönüşlerimde
elimdeki kır çiçekleriyle uğrayıp işliğinde saatlerce
sohbet ettiğim bir dost. Resim, heykel dünyasının sonsuzluğuyla
beni buluşturan sanat dünyamın renk ve ışığı öğretmenim.
Güneş pırıl pırıl gökyüzünde.
Sonbahara inat Çukurova yemyeşil. Üstündeki boz
topraklar ilk yağmurlardan sonra yemyeşil bir tepeciğe
dönüşecek. Gözlerimde senden gizlediğim yaşlar var
öğretmenim.
Rafet VAN
Ertan
Aykın yazıyor:
NASIL RESSAM OLDUM
Düziçi Köy Enstitüsü
1.sınıfta iken resim dersine gelen bir bayan öğretmenin, her ders
eline bir sürahi ile gelir, masanın üzerine koyar ve kurşun
kalemle çizmemizi ister, ders sonuna kadar yerinden kımıldamadan
roman okurdu. Daha sonra resimleri toplar gider, ertesi ders
resimlerimiz nbot verilmiş olarak bize dağıtılırdı. Artık ezbere bile
çizmeye başladığımız sürahi resimleri 10, bazen 3 veya 2
almış olarak dönerdi. Bir gün 10 alan resimle 3 alan resimle
aynı olduğunu görerek öğretmene gidip, "Bu iki resim aynı ama
birisi 3 almış, sebebini öğrenebilir miyim" dedim. Elindeki
çanta kafama indi ve "Sen bana hesap soramazsın dedi." O
gün resimle ilgim kesildi. Ders benim için kabus olmaya
başladı. Ertesi gün genç, bıyıklı, saçları
özenle taranmış, çok şık giyinmiş bir öğretmen geldi.
Önce hepimizi ayağa kaldırdı. "Günaydın arkadaşlar" dedi.
Hazırol vaziyetine geçip bizi selamladı. Yerimize oturduk. Resim
çalıştık. Ders bitiminde yine aynı seramoni yapıldı.
Derslerin devam ettiği günler içinde bir
gün bize sinirlenmişti. Sebebini hatırlayamıyorum ama "Kim bana
bir uçak resmi çizer" dedi. Ben kalkıp tahtaya bir
uçak çizmiştim. Ertesi ders Türkiye'de henüz
basılmayan kuşe kağıda renkli basılmış Türkçe'si
"çırak uçman" olan İngilizce çizgi roman getirip
bana verdi. İlk sayfasında "ilerde ressam olacağına inandığım
öğrencim Ertan Aykın'a başarılar dilerim, Ethem Aydın" yazılmıştı.
O gün ressam oldum.
Seni minnetle, şükranla anıyorum.
Ertan AYKIN
Ömer
Anamur yazıyor:
ETHEM AYDIN'IN PORTRESİ
Sekiz on sene önceydi. Bir gün kulüp
lokalinin bahçesinde Celal Soycan'la birlikteydik; içeri,
beyaz saçları ve kendisine çok yakışan filozof edasıyla
Ressam Ethem Aydın girdi. İlerdeki bir masaya tek başına oturdu. Bir
şeyler okumaya başladı. Önümde hazır kalem kağıt vardı, desen
olarak portresini çizdim. Celal çok beğendi, kaptı
hocanın yanına gitti. Maksadı, iznini alıp deseni kulüp dergisinde
yayımlamaktı. Biraz sonra masaya döndü, yüzü bir
tuhaftı
"Ne oldu?" Dedim.
"Beni azarladı." dedi. "Portrem yapılacaksa onu ben
yaparım." demiş. Sevgili aksi ihtiyar.
Ömer ANAMUR
Nizamettin
Dönmez yazıyor:
Yaklaşık 15 yıldır tanıdığım Ethem Hocamızın
hiç umulmadık bir zamanda aramızdan ayrılması beni çok
üzmüştü. Tanımaya başladığım ilk günlerde onu
çok beğendiğimi söyleyemem. Bir bakkal olarak O'na ne kadar
çok yaklaşmak istediysem, pek başarılı olamadım. Fakat
günler geçtikçe O'na yaklaşmayı başardım. O'da benim
bu ilgime karşılık vermeye başlamıştı. Hatta kendi işimle ilgili
nasihatlar vermeye bile başlamıştı. Bu da beni çok
sevindirmişti. Sporu çok sevmesi, sabahları erken kalkıp
bisikletiyle spor yapması, sokak sakinlerinin bile hoşuna gidiyordu.
Ama şimdi keşke o bisiklete binip spor yapmasaydı da
aramızdan ayrılmasaydı diyorum.
Nizamettin
Dönmez
(Market sahibi)
Türkyılmaz
Sakınç yazıyor:
SENDEN ÖĞRENDİM
Onaltı yaşlarımda seyahat etmeyi, yeni bir yer
görmeyi ve hepsinden öte göklerde uçarak
planör uçuş brövesi almayı hayal bile edemezdim.
Pille çalışan motorlar yapmak, evdeki
bütün kitapları ciltlemek, yaptığımız çeşit
çeşit model uçaklarla yarışmak, o gün için
büyük bir hazdı. Bu gün hatırlamaksa daha
büyük bir haz.
Her zaman resimle uğraşmak, onunla birlikte yaşamak
istediğimde eminim o yıllarda alınan kültürün
büyük payı var.
Gerçekten bir değer olan Ethem hoca
için daha çok şeyler söyleyebilirim.
Bugün O'na teşekkür ediyor, ödün
vermeyen kişiliğine saygı duyuyor, "kumar eğrim" yok benim tavlada,
hadi gel bir el atalım diyorum
Türkyılmaz Sakınç
Türkyılmaz
Sakınç yazıyor:
ETHEM AYDIN'IN ANISINA
Öğretmendi, ressamdı, güzel bir arkadaş,
bulunmaz bir insandı benim için. Saat tamirinden bile anlardı.
Hatta iyi bir tamirci olduğunu da söylerdi. "Birazcık
Fransızca'mla lisan derslerine bile girdim." derdi.
Hastalığı sevmez, hastalardan hoşlanmazdı. "Bırak
Allah aşkına şu doktorluğu" deyip çıkışırdı zaman zaman
sohbetlerimizde sağlık üzerine laf ettiysem eğer. Öyle ki,
bir ara Balcalı Hastanesi'nde hasta olarak yattığımda ziyaretime geldi.
Tamamı tamamına iki dakika kalıp "çabuk iyileş ve çık
buradan" deyip hemen gitmişti. Bilge bir tavla (hapis) oyuncusuydu.
"Satranç gibi oynayın şu tavlayı. Önemli olan yenmek değil,
güzel ve doğru oynamaktır" diye öğütlerdi. Eğer
bugün, iyi bir hapis oyuncusu olduğum söyleniyorsa!.. Bu onun
öğretileri sonucu olmuştur. Bunu özellikle söylememden
çok hoşlanırdı.
İtalya'ya bilhassa Floransa'ya gitmek istiyordu.
İtalya'ya yaptığım gezi anılarımı anlattıkça heyecanlanıyor,
sorular sorup oradaki arkadaşından; bir süre önce yurt
dışındaki bir etkinlikte uzun bir zaman beraber olduğu, halen
mektuplaştığı ve şu sıralar Floransa'daki bir müzede görev
yapan İtalyan asıllı bir kişi haber beklediğini söylüyordu.
Haber gelir gelmez gidecek, uzun bir süre onunla birlikte
kalacaktı. Arkadaşı da Fransızca bildiği için anlaşmamız kolay
olacak diyordu.
Dört dörtlük bir
Atatürkçü idi. En son telefon konuşmamız Mersin'deki
Atatürkçü Düşünce Derneği üzerine
olmuştu. Mektup yazmayı çok severdi. Eleştirel, ama
sonuçta kişiye bir şeyler veren mektuplardı bunlar.
Lise yıllarında bizleri İnönü'deki
planör uçuş kampına göndermişti. İyi de etmişti. Konu
açıldığında o boncuk gözleri parlar, anlattığımız
bütün olayları büyük bir hazla dinler,
gururlandığını hissederdik. Velhasıl hiç kolay değil Ethem
öğretmeni anlatmak, ölümüne inanıp anısı
önünde saygıyla eğilerek uğurlamak.
Onun söylemiyle "uğurlar ola Selami".
Türkyılmaz Sakınç
Hüseyin
Gezer yazıyor:
Bugün 2002 yılı, aralık ayının 15'i, pazar
günü.
Öğle yemeğinden sonra her günkü gibi
ağzımı yıkadıktan sonra, şezlonguma uzanmış uyumak üzereydim.
Telefon çaldı, kalktım, ahizeyi alıp kulağıma tuttum. Muhatabım
adam söyledi: "Murat Aydın" ve titreyen bir sesle "Ethem Aydın'ın
oğlu olduğunu" söyledi, güçlükle ilave etti:
"babamı kaybettik..! sizin, O'nun yakın arkadaşı olduğunuzu biliyorum,
defterinden sizin telefon numaranızı buldum" dedi. ve ben gerisini
dinleyemeyecek derecede sarsıldım...!
Ethem ile ilkokuldan arkadaştık, çağdaştık,
ortaokula geçişte Silifke ortaokulunda üç ay kadar
zaman zaman görüşebildik. 3 ay sonra ben zatürreden
yatağa düştüm. Ve Mut'a aileme haber verildi. Ağabeyim at ile
geldi. beni alıp götürdü. Ayağa ancak 2 ay sonra
kalkabildim. O yıl Silifke'ye okula dönemedim. Ertesi yıl okula
devama başladım. Ayrı sınıflarda olduğumuz için kısa
sürelerde görüşebiliyorduk. Önemli hatıra kalan bir
tek olay yaşadık, o da maalesef üzücü nitelikte bir
olaydı:
Bir gün bir arkadaşımızın evinde toplanmıştık.
Gene hemşehrilerimizden bir başka sınıfta olan bugün adını
anımsayamadığım yetim, yoksul ve bohem yaşayan bir hemşehrimiz de vardı
aramızda. O'nunla Ethem güreşe tutuştular. Biz seyrediyorduk. Bir
anda, o "cofili" adını taktıkları çocuk Ethem 'e çelme
taktı ve savurdu. O anda Ethem'in havada uçan bacağı
küüüt diye kırıldı. Tabii hepimiz ayağa fırladık!
Nasıl götürdüğümüzü hatırlamıyorum. Ama
hastahaneye götürdük.
Bu olay ve yaşanan sahne hiç gözlerimin
önünden silinmez. Çok üzülmüştük.
Gereken tedavi sağlanmıştı ama Ethem o tarihten sonra aksayarak
yürüyebiliyordu. Son gördüğümde (geçen
yıl) daha iyi durumdaydı, ama tamamen geçmiş değildi arıza.
Ethem ortaokuldan itibaren resime temayül etmişti. Geçen
yıl gördüğüm çalışmalarında daha da ilerleme
görmüş ve kendisine "sen artık bir üstadsın" demiş
yanaklarından öpmüştüm.
Ethem hoş sohbetliğiyle olgun kişiliğiyle,
çevresinin ilgi ve sevgi ve saygısını kazanmış bir arkadaşımdı.
Oğlunun haberi, tüm değerli nitelikleriyle dolu
kalbimi derinden yaraladı.
Kendisine tanrıdan rahmet, geride bıraktığı aile
fertlerine ve dostlarına başsağlığı diliyorum.
Hüseyin Gezer
Ahmet
Yahşi yazıyor:
ETHEM AYDIN'SIZ YENİ BİR YIL
Sabah gazeteye geldim. Telefon çaldı. Avukat
Cemil Denli. Sesini aldım ama O telaşla kendisini tanıtıp: "Bir
dostumuzu kaybettik ayrıntılar için geri döneceğim" dedi.
Kimdir, nasıl, ne zaman dememe fırsat vermeden: "çok değerli
dostum, eğitimci Ethem Aydın" dedi. "Olur" diyebilmişim. Ayrıntıları
derleyip toparlamaya çalıştım. Ama inanmak istemiyordum.
Denli'nin bir yanlışlık olduğu haberini vereceğini umarak sessizliğe
büründüm.
İki gün önce yanına uğramış, bir elmayı
paylaşmış, bir bardak ıhlamurunu içmiştim. Her zaman olduğu gibi
"geç kalıyorsun. Gazete nasıl gidiyor, Çetin bey nasıl"
diye bilinen sorularını sıralamıştı. Yine beklerim sözleri
arasında veda ederken Ethem Aydın'ı son görüşüm olduğunu
nereden kestirebilirdim. Kapısı aydınlığa açık Aydın Sanat
evinde sonuncu ziyaretimi gerçekleştirmiştim.
Okur, okutmayı severdi. Boşa zaman geçirmeyi
sevmeyen Ethem Aydın kurduğu sanat evinde genç, ergin,
yüzlerce insana emek verdi, yol yöntem öğretti.
Okunmasını uygun bulduğu kitabı çeker, yerine
küçük bir not bırakarak "al bunu oku getir canım
başkaları da okusun" derdi.
Uzun süre suluboya ile Adana'nın
görüntülerini tuvaline işledi. Bunlardan kanal 1.inci
durak, eski baraj, bakmakla usanmadığım çalışmalarıydı. Bir
defasında kendisine sormuştum: "çalışmalarından beğendiğin,
ayrıcalığı olanlar var mı?" demiştim. Küçük boyutta
yağlıboya bir evin içini işleyen tabloyu gösterip "işte bu
çalışmama değer veririm" diye yorumlamıştı. Resimde, ocağa
başını yaslayan kız ağlıyordu.
Öğretmenler gününde, bayramlarda,
yılbaşlarında, aramayı, aranmayı seven Ethem Aydın, gerçek bir
aydındı. Arada sırada kısa özlü yazılarını hazırlayıp
gazetemizde görüşünü açıklardı.
Sohbetlerinde yine bir şeyler vermeye özen gösterirdi.
Bir ara Adana sanat çevresinde gelişen
sıkıntıyı açmıştım. Adana'da her ressamın ayrı bir
çizgisi, şairlerin, öykücülerin neyi
paylaşamadığı sorusuna özetle "Benim resimlerimi
gördüğün yerde tanıyorsun. Dulda, Akata öyle değil
mi? Çizgilerimiz ayrı. Seçimi sanatseverler yapsın, biz
birlikte yolumuza gidelim canım. Öykücülerimiz
kaç tane bir Turan Altuntaş, şairleri yine şiirlerinden
tanıyorum. O halde neyi paylaşamıyoruz. Anlamakta zorlanıyorum"
demişti. Bu görüşü bize aktaran Ethem Aydın oldu.
Dinlediklerimize kendi görüşümüz gibi aktardık.
Yeni bir yıla Ethem Aydın'sız gireceğiz, kaybından
üzüntülüyüz. Hele trafik canavarına yenik
düşmesi acıyı artırdı.
Aydın Sanatevi açık
tutulacak:
Ethem Aydın'ı kaybetmenin acısını bağrına gömen dostları yanında
oğlu dişhekimi Murat Aydın'dan bir telefon aldım. "Babamın anısını
yaşatmak istiyoruz, Aydın Sanat evini becerisi olan bir
gönüllüye teslimden yanayız" demişti. Sevenlerine bunu
duyurmayı bir görev bildim.
Nur içinde yatsın. Sanat evinin kapısının
aydınlığa açık kalacağını sevenleri duysun.
Ahmet Yahşi
Yeni Adana Gazetesi, 31.12.2002, Sa:6
İsimsiz
yazıyor:
Benim dünyamdı. Ben kendimi şanslı sayıyorum,
payıma düşen tüm bu acı ve mutluluklardan kendimce yazılı
çizgili ürünler çıkartabildiğim için..
Hocamla yaşadığım anı anıdan da öte,
ömür boyu yaşayacak. Sabahları birlikte bisikletimizle eski
barajın içinde gezintimizde yaprakların rengini, doğanın sesini,
kuşların sesini, güneşin doğuşunu O'nunla birlikte izlemek... O
benim hocamdı, arkadaşım, en değerli dostum.. ve O'nu yüreğimde
her zaman yaşıyor olarak hissediyorum. Birgün eski barajda sabahın
O'nunla birlikte, bütün güzelliklerle doğduğu bir
gün, "gizemli koru" adını koyduğumuz bir yol... orayı
isimlendirmesi..., buraya bir isim koyalım demesi ve orayı
isimlendirmesi, oraya bir tabela üzerinde gizemli koru yazması ...
ve orayı o güzel yolu isimlendirmesi.. resimde yaşatması... Bu
anımı hiç unutamam artık. Orası O'nun sayesinde gizemli koru adı
altında hekes tarafından bilinmesi..... O'nu çok seviyorum.
Geceleri pencereden seni seyrederken
Dolunaydım... eline aldığın kalem....
Günlerin kabarıp taşan ruhu....
Belkide ben, sen olmak, hücrelerinde
Dolup taşmak isteyen biriydim.....
Ben bir imkansızlık ağıdıdım...
Ben aşk...
Kardelen Çiçeği
Meriç
Alkan yazıyor:
GENÇLİĞİN BİR BAŞKA TARİFİ:
ETHEM AYDIN ÖĞRETMEN
"Onuncu Yıl Marşı'nı her dinlediğimde ağlarım."
Mektuplarından birinde böyle yazıyordu Ethem
Aydın Hocamız. Çok derin bir anlam gizliydi bu cümlede;
bizim kuşağın bile belki tam olarak duyumsayamayacağı bir anlam. Gazi
Eğitim Enstitüsü'nden sınıf arkadaşı ve Mersin Lisesi'ndeki
öğretmenlik yıllarından meslekdaşı Hüseyin Sevim Hocamızın
anısına çıkarttığımız kitaptaki yazısı ki aynı yazı onun
için çıkartılan kitapta da yer aldı bu cümlenin
dayandığı gerçeğin bir örnek ile anlatımıydı sanki. Ne
yazık ki, bizim yakından ya da eserlerinden tanıdığımız, özel bir
dönemin bu değerli insanları yavaş yavaş terk ediyorlar
dünyamızı.
Ethem Aydın Hocamızı kendi çağdaşlarının
birçoğundan ayıran bir özelliği vardı; genç kalışı.
Yaşamının her evresinde bu özelliğini gözlemek
mümkün. Öylesine gençti ki,
ölümüne bile bir anlamda bu özelliği neden oldu,
diyebiliriz.
Günümüzde, daha orta yaşlarda olan birçok kişinin
uzak durduğu bilgisayarı yetmişli yaşlarında kullanmaya başlayan,
sürekli okuyan, sürekli düşünen ve
düşündüklerini de Türkçe'nin en yeni
biçimiyle yazıya döken, genç kalmış bir beyindi
Ethem Aydın Hoca.
Her Mersine gidişimizde birkaç kez
karşılaşırdık. Ta Adana'dan kalkıp gelirdi; bir de bakardık ki, sessiz
sedasız gidivermiş. Sevmezdi konuşmayı. Yazdıklarında da dile getirirdi
bunu. Çok iyi anlardım, Hocanın yazmayı konuşmaya yeğleyen bu
özelliğini. "Verba volent, scripta manent (Sözler
uçar, yazılar kalır)"!
Çok yazardı. Hem de öyle güzel
yazardı ki... Mektubun tadını unutmamış az sayıdaki kişilerden biriydi.
Ethem Aydın Hocayı tanımayan bir kişi, buraya kadar okuduklarından onun
bir felsefe ya da edebiyat öğretmeni olduğu çıkarımını
yapabilir. Ethem Aydın Hoca, kendi deyimiyle iş bilgisi yazıresim
öğretmeniydi ve bu tanımın ressamlık tanımının önünde
yer almasını yeğlerdi.
Ortaokul yıllarımda ben de öğrencisi olmuştum.
Ölümünden hemen önce eline geçen mektup
Derneğimizin, Öğretmenler Günü nedeniyle gönderdiği
ileti olsa gerek. Yani, bir öğretmene yazılan ve
öğrencilerinin şükranlarını dile getiren satırlar.
Oysa, bir ressamdı da. Gittiği her yerde elindeki bloknota eskizler
yapan ve sonra onları özgün biçemiyle tuvale yansıtan,
son güne kadar da üreten bir ressam...
Ekim 2000 de Derneğimizin Mersin'de düzenlediği
Ethem Aydın Sergisi kapsamında Doğan Akça dostun büyük
emeğiyle hazırlanan kitapta, onu en iyi biçimde kendi dilinden
anlatmanın mümkün olacağını düşünmüş ve
mektuplarından alıntılarla bezemiştim yazımı..
Hem eskizlerini hem de tuval üzerine yaptığı
çalışmaları son olarak bu sergide zengin bir biçimde
izleme fırsatı bulmuştuk. Serginin ardından İçel Sanat
Kulübü Lokali'nde düzenlenen yemekli toplantıda
ise yaşadığı günün heyecanı ile uzunca süre
keyifle oturmuştu.
Gazanfer Uğural anısına hazırlamak istediğimiz kitap
ile ilgili olarak yazdığım bir mektuba verdiği yanıtta
"Bilgisayarım, Gazanfer'e yazdığım
övgü mektuplarıyla doludur, sağlığında kendisine ulaşan.
İnsanlar ölümlüdür. Siz de ben de bir gün
öleceğiz. Bunu yas günlerine dönüştürmek
yerine şenliklere dönüştürmeyi düşünmek,
evrensele saygıdır." diyor ve anmanın çeşitli
biçimlerinden örnekler veriyordu.
Daha önceki bir mektubunda da şöyle
yazmıştı:
"Yine
eğer, size yazdığım gibi, yaşanmışları anılara
dönüştürmeye, bir de mektuplarımı yayımlamaya kalkarsam,
sekreter şart olacak."
Sanki, yazdıklarının yayımlanmasını ister gibi
görünüyor bu cümlesinde. Mektup da olsa, muhakkak
ki deneme tadında mektuplardır hepsi.
Yine yazdıklarından, bilgisayarında çok
değerli bir mektup arşivi bulunduğu anlaşılıyor. Bu arşivin ve diğer
eserlerinin değerlendirilmesinin onun istediği türde anma
biçimlerinden biri, kendi sözcükleriyle 'evrensele
saygı', olacağını göz önünde bulundurmak gerek.
(Eserleri arasında bir de TEMA Vakfı aracılığı ile Mut'ta oluşturduğu
bini aşkın ağaçtan oluşan orman var.)
"Hocam, son aylarda mektubunuz gelmez oldu" diye yazmaya
niyetlenmişken, Ethem Aydın Hocanın okuyamıyacağı bir son mektup
oldu bu.
Onun, "Sevgi, yağmurunuz olsun!" sözleri ile
anısına saygılar.
Meriç Alkan
Meriç
Alkan yazıyor:
ETHEM AYDIN ÖĞRETMENİN MEKTUPLARI
(Editörün Notu:
İçel Sanat Klübü dergisinden kısaltılarak alınmıştır)
Mektup almak ne güzeldir, yazmak da.
Günümüzün iletişim teknolojisi bu güzellikten
uzaklaştırıyor insanları. Oysa mektup, emek isteyen bir eserdir,
yalnızca bir iletişim aracı değil. Bunu duyumsamak gerek mektup yazmak
için.
Ethem Aydın hocamız da zaman zaman, o gencecik
Türkçe'si ile çalışmalarımız hakkında
yüreklendirici satırlar içeren mektuplar yazar bize. O
mektuplarda, yıllar öncesinden bugüne olgular, olaylar,
duygular, olmayıp ta olması gerekenler, toplumsal eleştiriler vardır.
Atatürk döneminde özenle yetiştirilen eğitimci kuşağın
sorumluluk bilincini duyumsarsınız okuduğunuzda. 'Çevre' derken
içiniz sızladığını duyumsuyorsunuz Hoca'nın:
"Dünyamız bir tane, şimdilik gidecek başka bir
yerimiz yok. Çağlar boyu, yetişmiş insan onu kemirdi, kemiriyor.
Kendi kendimi sorguluyorum: caba önce yedeği olmayan evimizi mi
kurtaralım, yoksa çoğuldaki insanı mı???"
"..... Vitaminler, hormonlar benim naturama ters
etki yapar. Bundan neden, övgülerle sövgüleri ince
eler sık dokurum. Sövgüleri özümseyip,
bünyeden dışarı atmak kolay oluyor. Ucuz mal olduğundan!
Övgüler ise nitelikseldir, kristalizedir. Kimyasal psikolojik
imbiklerden geçebildikten sonra artık mücevher olmuştur.
Koruması yüksek çaba ister. Pandorama
güvenemiyorum."
"Böylece insanın insanda büyüdüğünü
edimlerinizden esinlenerek geç de olsa algıladım. "
"..... Sizlere övünüyorum. İnsana doğru yeke kırmış
gidiyorsunuz, pupa yelkenbuğra sefer.!"
"15 Ağustos 2000: "Öğretmenler mum alevi gibidirler. İçten
yanarlar, mavi eflatun arası, lahuti bir ışık verirler. Isıtırlar.
Dahası ısıtırlar ve sönerler....."
"Öğretmen öğrencisiyle köprü yapar. Beraberce
üzerinden geçtikten sonra yıkar. Öğrencisinin
köprü yapımını bekler, yardım eder. Bizleri mutlu eden,
sizlerin kendi köprülerini kurmuş olmalarıdır."
"Öğretmenler isimsiz yaşarlar. Anonim olabilmek bir mertebedir.
Sizlerin gönlünde yer etmekten büyük ne vardır."
"Bana gelince: Gücümü bileyerek, kendi gerçeğimi,
özgürlüğümü tuvale aktarmaya
çalışıyorum. Mesleğe atıldığımdan bu yana kağıt kalem hep
elimdedir. Otobüste, trende, kahvede, lokantada, yurt gezilerinde,
sabah yürüyüşlerinde taslaklar yaparım."
Hocanın dediğinin doğruluğunu duyumsuyor insan bu
satırları okuduğunda. Övgüleri taşımak gerçekten zor.
Ama öte yandan da övgüler bir sonrası için
yüreklendiriyor insanı. Eskiler 'Marifet iltifata tabidir'
sözleriyle bunu demek istemiş olmasınlar?...
Bu yılki Mersin haftamızı 'Öğretmene Sevgi Haftası' diye
adlandırmak istedik.
"Ethem AydınÖncül, Güncel, Ardıl
Resim Sergisi" de bu bağlamda algılanmalı. Çünkü, o
önce ÖĞRETMEN.
Bu yazıyı hazırlamaya başladığım günlerde, bir tatil beldesinde
dört genç öğretmenle tanıştım. Pırıl pırıl dört
genç bayan öğretmen... Orta Anadolu'da bir
küçük ilçede muhtelif derslerin
öğretmenleri. İçlerinden biri de Resim İş bilgisi
öğretmeni imiş. Resim dersinin yanı sıra işbilgisine verdiği
önemi anlattı heyecanla. Kız-erkek ayırmadan veriyormuş dersi,
benim ortaokuldayken düşlediğim gibi. Arkadaşları, açtığı
öğrenci sergisinden söz ettiler övgüyle.
Bende bu genç öğretmenlere kendi
genç öğretmenlerimi anlattım, yıllar sonra onları da
şükranla anacak öğrenciler yetiştireceklerine olan inancımla.
Onları tanımak beni umutlandırdı, kendi adıma ve elleri
öpülesi öğretmenlerim adına. Ve geleceğimiz adına da
umutlandırdı.
Kendi öğretmenlerimin gözlerindeki ışık
vardı gözlerinde; okulları, öğrencileri vardı
sözlerinde. Değerli İngilizce öğretmenim Ahmet Özen'in
yıllar sonra yazdığı şu dizelerdeki gibi;
Bir öbek oluşturduk, hepimiz genç,
hepimiz zinde....
Tasamız sevincimiz: Okulumuz, Öğrencilerimizdi
hepimizin de.
Ethem Aydın öğretmene ve geçmişten
geleceğe, böyle düşünen tüm öğretmenlere
saygıyla...
Meriç Alkan
Leyla
Balköse yazıyor:
ETHEM AYDIN'I ANLATMAK
Sevgili Ethem Aydın'ı trafik kazasında
kaybettiğimden beri Adana'ya hiç gidemedim. Gidersem
büyü bozulacak gibi geliyor, gitmezsem sanat evi aynı şekilde
duruyor ve Ethem Aydın orada ya bir tablo üzerinde
çalışıyor, ya arkadaşlarıyla tavla oynuyor, ya da şezlongda
oturmuş çok sevdiği gazetesi Cumhuriyet'i okuyormuş gibi
geliyor. Ethem öğretmenim, senin yaptığın kahveleri,
çayları, sohbetlerimizi, bir dostunu bir arkadaşını bir saatcik
görmek için kilometrelerce yol kateden özverili insanı
çok özlüyorum.
Yazmam için beni sürekli
yüreklendirirdin. "Mektup yaz, günce yaz" derdin. Bak işte
sevgili oğlun Murat Aydın'ın hazırlayacağı kitap için yazıyorum.
İki aydan beri yazıp yazmama konusunda karar veremedim.
Hâlâ kendime güvenim yok. Böyle zamanlarda ben
Adana'ya Ethem Aydın'ı ziyarete gider, kendine güvenen bir insan
olarak sanat evinden ayrılırdım. Peki şimdi ben ne yapacağım, kimden o
güzel sözleri duyup yoluma devam edeceğim? Onaltı yıl
önce bana "Sen hem anne, hem baba olamazsın.
Çünkü sen sadece annesin, baba olmak için
çabalama" demiştin. Bu sözünü hiç
unutmadım ve yaşadığım sürece de unutmayacağım. Hastayı,
hastalığı
hiç sevmezdin. Yalnızca bu yönden teselli buluyorum ama ne
acelen vardı uçar gibi gittin?
Dostların sensiz ne yapacaklar, hiç
düşündün mü?
Ethem Aydın'ı yanılmıyorsam 1985 yılında tanımıştım.
O yıl Adana'da Kurtuluş Mahallesinde İş Bankası Lojmanında oturuyordum.
Oğlum her çocuk gibi, evdeki bazı kağıtlara bir şeyler
çiziyor, daha doğrusu karalıyordu. Ben de her anne gibi
çocuğumun yetenekli olabileceğini düşünüp, aynı
sokakta bulunan Aydın Sanat Evi'ne gitmeye karar verdim. Aslında sanat
evini daha önceden görmüş, hafta sonları
önünden geçerken içeride resim yapan
gençleri ve ak saçlı, gözlüklü, ciddi ama
aynı zamanda insana sempatik gelen öğretmenlerini uzaktan
tanımıştım. Belki de yakından tanımak istiyordum.
Çocuğumun yaptığı resimleri alarak (bahane ederek de olabilir)
ve de cesaretimi toplayarak bir hafta sonu kapıdan içeriye
girdim. Sanat evi boştu, Ethem Aydın kitap okuyordu. Beni
görünce hafifce gülümsedi, cesaretim kırılmak
üzereydi. Niçin geldiğimi aceleyle anlattım, resimleri
gösterdim. Onun ne dediğini tam olarak hatırlamıyorum ama ders
aldırmak istediğimi ve aylık ders ücretinin ne kadar olduğunu
sordum. Yirmibeş bin lira deyince bu beni aşar düşüncesiyle
oradan ayrıldım. Birkaç gün sonra işyerimden beni arayarak
ders konusunu tekrar görüşebileceğini söyledi. Ama ben
bu şartlarda ders aldırmamın mümkün olamayacağını
söyleyerek, görüşmeye gitmedim. Yaklaşık bir
buçuk yıl sonra (toplu sözleşme yapılmış, maaşım biraz
yükselmiş) Aydın Sanat Evine yeniden gittim. Kapıdan aylık ders
ücretinin ne kadar olduğunu sordum. O, çocuk gibi bir
gülümseyişle beni içeri davet etti, kahve pişirdi ve
yirmi beş bin lira dedi. Ücretin artmadığına çok
sevinmiştim, hem kızıma, hem oğluma ders aldırabilirdim artık. Sanırım
O bilge insan, beni anımsamıştı ve dostluğumuzun temellerini o gün
atmıştı. Ethem Aydın'ı tanıyanlar, ders ücretinin bir buçuk
yıl sonra bile neden aynı olduğunu gayet iyi bilirler sanırım.
1989 yılında, servis şefi olduğum İş Bankasında
yükselmek için ikinci müdürlük sınavına
girmem gerekiyordu. Ama ben sınava girmeye, daha doğrusu kolay yol olan
yerleşik düzenimi bozmaya cesaret edemiyordum. Sınav tarihi
yaklaştığı günlerde yine Aydın Sanat Evinde bunları konuşuyorduk.
Çocuklarımı, evimi bırakıp gitmek istemiyordum, kararlıydım
(gitmek zorunluydu, çünkü Adana'da kadro yoktu).
Sevgili Ethem öğretmen kahvemizi pişirdi, her zaman olduğu gibi
masanın üzerindeki boş bardaklara cezveden ahenkli bir şekilde
doldurdu, kendisi vazgeçemediği Samsun sigarasını yakmadan
önce, hanım arkadaşlarına ikram edilmek üzere masanın
çekmecesinde duran özel sigaradan ikram etti. Sınava girmem
gerektiğini ama bunun nedenini kendisinin söylemeyeceğine, buna
benim karar vermemim doğru olacağını söyledi. Sanat evinden
ayrılırken de okumam için bir kitap verdi. Kitabın adı "MARTI"
idi. O kıvrak zekasıyla olayı çözmüştü. Martı'dan
çok etkilenmiştim, sınava girdim, iyi bir derece ile kazanıp
Ekim ayında kendimi İstanbul'da seminerde, Kasımda da Bandırma'da
görevimin başında buldum (o zamandan beri beni birileri ile
tanıştırırken, İş Bankası Müdürü diye
tanıştırırdı ve
çok gurur duyardı, bunu hissederdim). Ben de Martı Jonathan gibi
kanatlanmış, çocuklarımı, evimi, çok önem verdiğim
düzenimi bozarak yaklaşık onbir ay sürecek bir serüvene
atılmıştım. Yaşamımın hemen hemen en güzel onbir ayını
geçirdim Bandırma'da, Ethem Aydın'ın olaya bilgece yaklaşımı
sayesinde. Bu kesinlikle benim başarım değildi, sıska, korkak bir
kadını düştüğü çıkmazdan kurtarmayı bilen Ethem
Aydın'ın başarısıydı.
Sanırım 1990 yılının Temmuzuydu. Bandırma 'da
bankada yoğun bir iş gününde, başımı kaldırınca Ethem
Aydın'la gözgöze geldik. Çok şaşırmış,
heyecanlanmıştım, Ethem Aydın Bandırma 'daydı. Sessizce gelmişti,
"Mesai saati ben seni oyalamayayım, çıkışta falanca yerde
buluşalım" deyip geldiği gibi sessizce aniden geldiği gibi gitti.
Hiç unutmuyorum, akşam yemeğinde İnegöl köfte yedik,
sohbet ettik. Yolculuğunun nedeni, eline hiç beklemediği bir
paranın geçmesiymiş. O da bunu değerlendirip gemiyle Karadeniz
seyahatine çıkmış ve dönüşte Bandırma'ya
Balköse'yi görmeye gelmiş. Yemek sonrası daha ben "nerede
kalıyorsunuz, yarın görüşür müyüz" diyemeden,
o yola koyulmuştu bile.
1990 yılında Eylül ayında Mersin şubesine
atanmış, Adana'dan Mersin'e taşınmıştım. Ethem Aydın, Mersin'e beni
ziyarete geldiğinde elinde küçük bir armağan vardı.
Bana Bandırma'yı getirmişti bir suluboya tablosunda... Kısa süre
yaşamış da olsam, çok sevdiğim bir yeri
ölümsüzleştirmişti.
Ethem Aydın'a...: Emekli olduktan sonra bana aldığın
mavi, şirin daktilo ile yazıyorum bunları. Seni kaybetmeden önce
mektup yazsaydım, belki şimdi suçluluk duymuyor olacaktım.
Suçluluk duyuyorum, çünkü senin bana
gösterdiğin ilginin, sevginin yüzde birini bile ben sana
gösteremedim. Bu kadar zor muydu senin deyişinle "BİR ALO" demek?
Hep ben bir dosta ihtiyaç duyduğumda sana geldim, bir gün
bile bir dosta ihtiyacın var mı diye sormadım. Bencil olduğumu anlamam
için illa ki seni kaybetmem mi gerekiyordu? Yine da bana
hoşgörülü yaklaşacağını biliyorum. Seni çok
seviyorum.
Belki bir gün, bir yerde...
Leyla Balköse
Aslı
Bahçecioğlu yazıyor:
Böylesine bir metin o kadar zorki.....
Adım Aslı Bahçecioğlu. 1995-96 senesinde
Adana 'ya Çukurova Üniversitesi Resim
bölümünü kazanmamla gelmiş oldum. Bir dostu
anlatmak, her şeyi anlatmak, ama anlatamamak gibi. Ethem Aydın'la
Burhan Kılıç sayesinde tanıştım. Ev arkadaşım Hatice'yle bir
akşam sürpriz yapan Burhan, bu dostluğun kurucusu olmuştu.
Gerçektende sürprizdi. Karşılıklı iletişimin, sevginin,
saygının, en güzel örneğiydi Ethem Aydın...
Tanıma evresi çekingen ama sıcaktı. Duvarda
resimler, kitaplık, boyaları, masasının üzerinde üst
üste duran kitaplar. Bir dünyaydı burası Adana'dan ayrı.
Dudağından düşmeyen Samsun sigarası, yılların
birikimi kolleksiyonu.. Ethem Aydın....
Bu tanışmadan sonrası, Burhan olmadan
büyük bir heyecanla devam etti. Her zaman farklı konular
bulunurdu soframızda. Bilgece esprileri renk katardı. Masasında yemek,
kahve sohbetleri eşsizdi. adı damağımda hala... Meyvanın, yemişlerin en
lezzetlisi o atölyede, o dünyada bulunurdu.
Öğretmen olduğu ilk yılları, öğrencileri
çok şey sığdırmış bir çınardı. Meraklı gözler
kulaklar Ethem Aydın'ı dinlerdi. Müdürü olduğu sorunlu
bir okul olduğunu anlatmıştı Ethem Hoca, beni etkileyen bir yaşamdan
kesitti. Öğrenciler okula sürekli zarar verip duruyordu dedi
Ethem hoca. Her yer çöp içinde, tuvaletler kirli.
Zorla güzellik olmaz ya, kaba kuvvetle bu halledilmeyecek demiş
Ethem hoca. Bu öğrencilere görev vermenin iyi olacağını,
çözüm olacağı fikrini eyleme geçirmiş.
Gerçekten de bu sorunlu öğrenciler birer, müdür,
hizmetli olarak okulun her türlü problemiyle bizzat
ilgilenmişler. Okul temizlenmiş. Düşünce yerinde hedeflere
varmış.
Fikirleri gerçekten açık ve akılcı,
bir öğretmen, her şeyden önce çevresine ışık tutan bir
insan Ethem Aydın.
Hakkını asla ödeyemem.
Hep benimle olacak Ethem Aydın. İnançları...
düşünceleri..
Büyük kaybımızı paylaşıyorum.
Aslı Bahçecioğlu
Dr. Yusuf
Erkişi yazıyor:
BİR İNSAN BİR DÜNYA (Ethem Aydın için)
Galerisinde
Dünya yeniden kurulur
Işıklardan ve renklerden
Ruhlar yol bulur
Sonsuzluğu arayan aydınlık yaşamı
Değildir orada evren bir anlık
Yaşam bir gizem
Zaman billurlaşır, durulur
Dr. Yusuf Erkişi
Dr. Yusuf
Erkişi yazıyor:
ÖĞRETMENİM ETHEM AYDIN
Osmaniye ortaokulunda
1960'lı yılların tatlı sesi
Sıcak gülümsemesi
Sevgili öğretmenim
Ethem Aydın
Çiçeklenirdi yüreğinde
İnsan sevgisi doğa ezgisi
O zaman ağaçlar büyürdü.
Yürürdü dallara sular
Yapraklar yeşerirdi
Güverirdi Osmaniye
Taş olmaktan çıkardı okul
Sınıflar renkli dünya
Ufuklar alabildiğine geniş
Karaçay ile Çona deresi coşardı
Dile gelirdi çınarlar
Titrerdi uzun kavaklar
Topraklar rengini alır
Yeşiller bin bir tona döner
Ağarırdı yaşam
Her şeyin bir rengi vardı
Herkesin bir anlamı
Gönül gözüyle bakardı
Renkler artar kokardı
Gül ile nergis ile
Gönülden gönüle duygular
Su olur akardı
Kırlara çıkardık
Umutlara koşardık
O'nun gözü ile çoğalır
O'nun eli ile artardık
Şimdi gönlümde renkleri
İnce ince sevgi çiçekleri
Yıllar sonra Adana'da
Aydın Sanatevinde buldum onu
Bu kez Toros'lardı konu
Yaylalardı
Göçerlerdi
Görkemli Adana'yı
Gizemli Seyhan'ı
Onun gözüyle bir başka gördüm
Renklerin büyüsünden
Demetler ördüm
Döktüm resim kağıtlarına
Duygularımı renklerle
Bir kere duyumsadım
Dönüşü yoktu o yolculuğun
İnatla ve sabırla
Ulaştım güzelliklere
Öper gibi saygı ile elini
Şimdi bende kalan
Resimlerini öpüyorum
Dr.Yusuf Erkişi
Dr. Yusuf Erkişi yazıyor:
ETHEM AYDIN HOCAM'IN ANISINA...
Gün olur cihanı zaman değer
Sen zamanı resimledin
Bizler de seni gönlümüze
Ethem Aydın Hocam..
Unutulmaz rengisin yaşamın
Kolay değil anlatmak seni
Dağ çiçeği duruşunla
Bir turna kanadında çoğalttın özlemini
Yıllar önceydi çocuktum
Küçük şirin Osamaniye'mizde
Sınıfta ilkin sıcak bir ses duydum
Sendin gelen
Tualinde renklerin bin çeşit tonu
Torosları betimleyen ressam
Yakanda çiçek
Üstünde yayla yeşili gömlek
Kalem derdin kale
Sözcüklerse emin
Bizleri yanında görünce
Yoktu senin gibisi sevinci gözlerinin
Yüzünün bir yeri yağmur
Bir yeri güneş
Etrafında öğrencilerin
Ve birden kamaşan sevinci gözlerinin
Bilmiyor durdurak
Yüreğimin trenleri
Bırakıp gidenleri
Ölüm yakın ölüm uzak
Dr.Yusuf Erkişi
Murat
Aydın yazıyor:
Ethem Aydın'ın vefatının arkasından:
Ben ve dostları Ethem Aydın'ın
öldüğüne inanmıyor, sindiremiyoruz. Ölümü
O'na yakıştıramıyoruz. Yokluğuna alışamadık.
O, çoğumuzdan gençti ve birçoğumuzdan daha fazla
yaşam doluydu. Bakın vefatından bir günce
günlüğüne ne yazmış:
Tırrrr,tır,ça,ça
çaa.
Saat beş.
Sağlık yürüyüşü zamanıdır.
Al horozumun anılarda kalmış;
(üürüüüüüüiiig), eşek
anırmaları inek öküz böğürmeleri, koyun kuzu
melemeleri, minareden (namaz uykudan hayırlıdır duyurusu), yerini,sinir
bozucu olsa bile; metalik araçlara bıraktı. Çalar
saatlara (günaydın). Aslında,sabahın doğal ve kademeli, tüm
canlılarla paylaşılan sesler, buyurgan olmayan hayvan sesleri, iyi bir
ana gibi, bizleri, okşaya okşaya uyandırır. Güne daha bir
güçle kavuşmamızı sağlardı. Ziller hep zaten buyurgandır.
İnsan buyrulmağı pek sevmiyor.Minarelerde türkçe ezan
yaşama ruhsal bir güç katıyor.
Yolcu yolunda, emekçi işinde gerek!...
Sağlıklı yaşam koşusu veya yürüyüşü başlıyor.
Hava serince, sıkı giyinmek gerek. Bisiklet benim bastonum, iyi
anlaşıyoruz. Yollar bana uzun, ona kısa geliyor. Zaman zaman kol kola,
çamlar altında yürür temiz sabah havasını duyumsarız.
Trafik yok denecek kadar az, başlangıçta yadırganan loşluk,
değinlik yavaş yavaş, ara sokaklardan çıkan guruplarla
görsel bir cıvıltıya dönüşüyor. Rengarenk,
çöpçüler, çöp toplayanlar, ev
köpekleri, sokak köpekleri.
Yollar, ağaçlar, gölgeler, gölgelerin belleklerde
oluşturduğu, imgeler simgeler gizemine günaydın...
Uzaklardan, geceler günler boyu hoplaya zıplaya gelen Seyhan nehri
homurtulu akıyor. Yosun kokusuna, balıklara günaydın.
Sularda yıkanan, kavaklara, yeni güne günaydın.
Eski baraj yolunda; Adanalım gibi oylumlu, ağır başlı süzgün
bakışlı, gövdesi ebru nakışlı, elleri kınalı, gölgesi
büyük okalüptüs ağaçlarına (günaydın).
Umara, geceden olta atmış, balıkçıya (rasgele) günaydın
Yeni baraj çavlağına, sisler içinde henüz uyuyan
Adana 'ya bulutlara günaydın, eski baraj, yeni baraj, ormanlığa
günaydın.
Gidilen yollardan geri dönülür. Aydın sanat evine,
günaydın .
Kitaplıkta yer bulamamış sözlükler, tekrar yazılması gerekli
mektuplar. Son gittikleri yerlerde yeni iticileri bekleyenlere
günaydın.
Şövalyeler, dik çalımlı, binicisini bekleyen hırçın
atlar gibi aleste, duvarlara dayalı poşetler üzerinde bilmem hangi
şahaserin
(Ethem
aydın 26Kasım2002)
Murat Aydın (oğlu)
Yeni Adana Gazetesi, 17.Aralık.2002, Sa:6
Murat
Aydın yazıyor:
SİVRİSİNEKLER'e açık mektup:
Bir düşünce ve sanat ustası ola Ethem
Aydın'ı Adana belediyesinin ölüm tuzaklarından birisinde
kaybetmemizin 3.üncü ayı doldu.
Yaşam sevinci ile doluydu.. dopdoluydu...
başkalarına da aşılardı. Sabah sporundan dönerken yanlış dizayn
edilmiş bir tretuvar geçidinde elim bir trafik kazası sonucu
vefat etti.
Kazayı yapan sürücüyü, olay
yerine belki daha erken gelebilecek ambülansı, belki daha erken
müdahale edebilecek doktoru affedebiliyorum.
Ama ölüm tuzağı halinde dizayn edilmiş
tretuvar geçidinin mimarı olan Adana Belediyesini affetmiyorum.
Bütün çığlıklara kulağını inat ve
ısrarla tıkayan yetkilileri Ethem Aydın'ın vefatından sorumlu
tutuyorum.
Sanki her şeyi önceden biliyormuşcasına Ethem
Aydın'ın Hayattayken yazdığı bir tespiti okusun yetkililer:
SİVRİSİNEK
VE YAZARLAR, ÇİZERLER.
Akşamdan sabaha, gazeteler ülke çaplı ve dünya
genelinde haberlerle dolar taşar. Eğrisi, doğrusu, taraflısı,
tarafsızı. Göz nuru alın teri. Görünüşte kurulu
düzen, hep duyarsız, bildiğini okumaya devam eder. Acaba bu kadar
emekle, incelemelerle, yazmanın anlamı ne ola.!
Yetke sahipleri acaba uyanırlar, yanlıştan dönerler mi?
Sivri sinek kan emer, bazı kalın, bazı ince kemanıyla, bütün
gece kulağımda öter durur.
Kan emecekse, uyuyanın kulağında bütün gece ötmesi neye?
Sivri sinek, kandaki besine ancak uyanıkken ulaşabilir. (Ethem Aydın)
Kendisini rahmetle anıyorum.
Murat Aydın
Yeni Adana gazetesi, 27.03.2003
Murat
Aydın yazıyor:
Ethem Aydın'ın vefatının düşündürdükleri1:
Ethem Aydın ilerlemiş yaşı sebebiyle değil,
düzensiz yapılaşan (daha doğrusu bir türlü
yapılaşamayan) bozuk belediye hizmetleri sebebiyle vefat etti. Ben
böyle inanıyorum. Adana'daki kötü tasarlanmış tretuvar
geçitleri başka canlar almasın diye bu yazımı kamuoyuna
sunuyorum.
Biliyorum.... bu yazdıklarımı hiç kimse
değerlendirmeyecek... hiçbir yetkili makamındaki
örümcek ağlarını bozmayacak, belki hiç kimse
okumayacak bile... Olsun... ben yazacağım:
Köşe başları, kavşaklar trafiğin yoğunlaştığı
kaza ihtimalinin arttığı noktalardır. Zaten bu sebeple trafik kanununun
bilmem kaçıncı maddesi "kavşağa 10 metre kalageçe
karşıdan karşıya geçilmez!" emreder. Yani yaya geçitleri
kavşaklardan 10 metre önce ve sonra olmalıdır.
Adana'daki tretuvarların üzerinde yayaların
karşıdan karşıya geçmeleri için Belediye tarafından
hazırlanmış geçitler vardır. Bu geçitler yayaları tam o
noktadan karşıdan karşıya geçmeye zorlar.
Hiç dikkat ettiniz mi bu geçitlerden
geçerseniz doğrudan doğruya araç karmaşasının en yoğun
olduğu cadde sokak başlarına kavşaklara varırsınız. Yani Belediye
öyle bir tretuvar geçidi hazırlamışki yaya
yürüyen insanı alıyor ve doğruca kavşaklardaki yoğun trafik
karmaşasının ortasına bırakıyor.
Adana'nın büyük caddelerinde, tretuvar
boydan boya demir parmaklıklar ile örülüdür.
Karşıdan karşıya geçmek isteyen insanlar, tretuvar üzerinde
belirli aralıklar ile bırakılmış boşluklardan istifade ederek karşıdan
karşıya geçerler. Yolda yürürken karşıya geçmek
isteyen yayalar caddenin ortasına vardıktan sonra bu noktanın aslında
trafik açısından sakıncalı olduğunu fark ederler. Ama geriye
dönmek bir başka risk olduğu için karşıdan karşıya
geçmeye devam ederler. Caddenin ikinci yarısında, bu tretuvar
geçitlerinin kendisini canlı bir trafik karmaşasının bulunduğu
köşe başı veya kavşağa sürüklediğini fark eder ama iş
işten geçmiştir. Yapabildiği kadar kıvrak hareketlerle veya
şöforlerin toleransı ile sağsalim karşı kaldırıma varır. İşte bu
andan sonra nasıl bir tehlike atlattığını unutur... gider...
Ethem Aydın böyle bir tretuvar geçidinde
vefat etti. Belediyemizin yetkili organlarına sitem ile duyururum.
Murat Aydın (oğlu)
Yeni Adana Gazetesi, 18.Aralık.2002, Sa:2
Murat
Aydın yazıyor:
Ethem Aydın'ın vefatının düşündürdükleri2:
Adana Belediyesi Azrailin sponsorluğunu yapıyor.!
Bir sanat ve düşünce ustasını, Adana'nın
kusurlu tretuvar geçidine kaybettik. Çünkü
Adana 'daki neredeyse bütün tretuvar geçitler Trafik
kanunlarına yasalarına aykırıdır. Kavşaklardaki ada ve
tretuvardaki geçitlerini kullanabilmek için bir yıl
hazırlık okumak gerekir. Kavşaklardaki ada'lar caddelerin eninden
geniştir, araçlar birbirine sürtünmeden zorlukla
geçerler. Tretuvar geçitleri karşıdan karşıya
geçen yayayı trafik açısından çok tehlikeli bir
noktaya geçirir.
İtiraf ediyorum: Tretuvar geçitlerinde babamı
kaybetmeden önce bu yazımı okuyan sizler kadar konuya ilgisizdim.
Banane diyordum. Birisinin talimat vermesini bekliyor bu kusurlu
belediye hizmetine kayıtsız kalıyordum.
Belediye yetkilisine açık sorumdur: Şehirimizdeki tretuvar
geçidi ve kavşak adalarının azrailin pusuya yattığı yerler
olduğunu farketmeniz için bir baba mı kaybetmeniz gerekiyor?
Halbuki sayenizde kaybettiğimiz babam sizin
için günlüğüne 8Aralık2001 tarihinde şunları
yazmıştı:
TÜRKİYEMİZDE
BİSİKLET YOLLARI
Bisiklet şehir içi ulaşımda büyük bir gereksinimdir.
Petrol kullanmaz, doğayı kirletmez, sağlık için ideal bir
spordur. Kazası yok gibidir.
Gün geçtikçe şehiriçi yollar sırat
köprüsü gibitrafik canavarlarının insafına terk edilmiş.
Sade vatandaşlar, çocuklar, sakatlar, yaşlılar, bu curcunada
telaşla koşuşturmada, ara sokaklar iki taraflı araçlarla
tutulmuş. Sokaklarımız apartumanların çöplüğü.
Yaşadığımız ülkenin insanları sanki dışlamış gibi sokağa
çıkmaktan bezmiş. Yetke sahiplerinden umar bekliyor.!
Geçenlerde Adana'da sayın valimizin katkılarıyla Dr. Yusuf
Erkişi'nin göz nuru ve emeğiyle kuşe kağıda basılmış,
büyükçe bir kitap gördüm. Gurur duydum.
Sevinç gözyaşları döktüm.
Bu yapıtın fotoğraflarını sabah yürüyüşlerinde,
bisikletle ulaşabildiğim kadarını gördüm. Keşke Aytaç
Durağın başlattığı bu yollar tamam olsa da bütün Adanalılar
gelip görseler. İsimsiz kahramanlarımıza eleştiriler yanında
övgülerini de sunabilseler. !
Dr. Yusuf Ekişi'nin yapıtının adını en koyuyorum: "Aytaç Durağın
yarattığı
Adana"
Ethem Aydın, 8Aralık2001.
Murat Aydın (oğlu)
Yeni Adana Gazetesi, 19.Aralık.2002, Sa:2
Murat
Aydın yazıyor:
Babam,
Biliyorum geri dönmeyeceksin.... bilirim, inat
ettinmi bir daha çıktığın yoldan dönmezsin. Ama olsun...
ben yine de terliklerini yatağının altına koydum. Söz veriyorum
bir daha terliklerini ıslatmayacağım.
Odanda, tavandaki, her yaktığında pırpır eden kekeme
floresan var ya ? işte onu değiştirdim. Okumak için duvara
yasladığın yastık duruyor. Başucundaki lambanın ampulu de artık
tutukluk yapmayacak, konuştum kendisiyle. Ama şimdilik sivrisinekler
tatilde diye cibinliğini kaldırdım.
Aydın sanat evi hala sen kokuyorsun. Orayı
dağıtmadım. Gücüm yettiğince kanatlarımın altında tutacağım.
Suavi bey isminde bir resim öğretmeni vardı ya... hatırladın mı?
Hani sen öğretmenler gününde kendisine bir hediye almış,
güzel ve yakışıklı bir ambalaj yaptırmıştın ve paketin
üzerine kendi el yazınla şöyle yazmıştın: "Duyarlı
öğretmen Suavi Numanoğlu'na, öğretmenler günü
armağanı, çam sakızı, çoban armağanı" . Hah.. Aydın Sanat
evini işte o Suavi beyin ellerine teslim ettim. Senin deyiminle tam bir
gönül adamı. Sen kime gönül adamı dediysen mutlaka
erdem sahibi insanlar oluyor. Nasıl oluyorda böyle güzel
insanları uzaktan tek bakışta anlayabiliyorsun hala
çözebilmiş değilim. Senden öğreneceğim ne çok
şey varmış meğer..
Aydın Sanat evine uğruyorum aradabir. Ama içeri giremiyorum
baba.
Aylar geçti ama hala içeri girerken
kapıyı fazla açtığımda sanki kapının kanadı, kapının
arkasındaki
bisikletinin arka tekerine çarpacak gibi geliyor.. Bu sebeple
kapının kanadını her zamanki gibi az açıyorum...
Seni göremiyorum, ama sanki arka tarafta sakal
tıraşı oluyormuşsun da birazdan çıkacakmışsın gibi
hissediyorum... sanki her zamanki gibi oradan bana "hello" diye
seslenecekmişsin gibi oluyorum.
Her fırsatta masandaki çiçekleri
tazeliyorum. Her zaman buna fırsatım olamayabiliyor, ama bunu bazen
dostlarımız yapıyor. Baba, bir şey fark ettim: o çiçekler
sen varken daha uzun süre dayanıyorlardı sanki? Onlara sevgi
gösterdiğini biliyordum ama senin sevginin bir
çiçeğin ömrünü uzatabildiğini henüz
tespit ettim. Bu aralar yasemin bulamıyorum, adını bilmediğim şu
mavimsi çiçekler senin babacığım.
Masandaki radyonun pili bitmişti. Yahu o kadar
söyledim, artık şu doldurulup defalarca kullanılan kalem pillerden
kullan dedim.. bak yine kullanılıp atılan pillerden takmıştın radyona.
Neyse ben değiştirdim. Kullanmadığın için artık pilleri
bitmiyor. Ama olsun... ben yine arada sırada kontrol edip biterse
değiştiriyorum. Sen merak etme.
Hani şövalyende duran tablo vardı ya? Hani ben
sormuştum bu nedir demiştim, sen bana neye benziyor demiştin. Sonra
denizaltı olduğunu öğrendiğim tablo vardı ya? İşte o tablonu
evimin duvarına astım baba. Gerçi sana sormadım ama eminim izin
verirdin?
Çöp toplayan yoksul çocuklardan
aldığın müzikli bir kutu vardı. Didem o kutuyu tamir etti. Artık
kapağını açınca bir müzik sesi duyuluyor. Narin bir tınısı
varmış.
Ha bu arada unutmadan söyliyim.. Hani o senin
tablo haline getirip yaptığın yapboz var ya? İşte o oyuncağın iki
parçasını kaybettim. Biliyorum hoşuna gitmedi ama inanki
arıyorumarıyorum nereye düşürdüğümü
bulamıyorum. Bulurum merak etme. Benim gibi dikkat fukarasına emanet
etmeyecektin.... Hatırlar mısın elektrik sobanın vidalarını da el
çabukluğuyla kaybetmiştim de sen bana boş ver zaten fabrikası
fazla vida koyuyor diyerek beni teselli etmeye çalışmıştın. O
soba hala iş yapıyor. Arada bir bozulduğu oldu ama icabına baktım. Ne
de olsa senin oğlunum.
Masadaki saatin durmuştu. İkide bir durur ya hani.
İşte yine yaptı yapacağını. Kurmadım. Yeniden çalışacak
biliyorum.
Bu aralar bir sorunum var...
Dostlar seni soruyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Aylar geçti ama aramızdan ayrıldığını hala içime
sindiremedim. Babam benimle birlikte diyorum. Zaten senin hemen yanında
kendime bir yer aldım. Sen şimdi eminim oralara bizlerin şimdilik fark
edemediği bir güzellik götürmüş olmalısın... hep
yaparsın bunu zaten. Gittiğin yerde mutlaka uzun veya kısa vadeli bir
güzellik yeşerir. Yanına geleceğim baba. Sana söz veriyorum.
Seni seviyorum, seninle onur duyuyorum, oğlun
olmaktan gurur duyuyorum. Hep derdin ya: sen benim devamımsın diye,
Allah'ın izniyle hiçbir başlattığını yarım koymayacağım. Huzur
içinde uyu babam.
Murat Aydın, 27Mayıs2003
Haluk Kaya
yazıyor:
Rahmetli Ethem Aydın benim müdür muavinim
ve resim öğretmenimdi.
Osmaniye Merkez Ortaokulunun 966 yılının en sayılan
hocasıydı. O zaman, aynı zamanda bizler ailece dosttuk.
Bir gün, rahmetli Ethem Aydın, oğlum zayıf olan derslerini ve
hocalarının isimlerini yaz getirde, şu okuldan seni mezun edelim dedi.
Bende karşımdakini bir müdür muavini, bir öğretmen
olarak değilde, bir amca, bir baba olarak gördüğüm
için, gayet laubali davranıp, yazdığım listeyi vermek üzere
müdür muavini odasına girdim. Orda hemen hemen tüm
idareciler vardı, veya çok kalabalıktı.
Ceketimin cebine elimi sokup, liste sandığım kağıdı
rahmetliye uzattım. Şöyle önce bir kağıda, sonra bana
baktı ve oğlum ben senden öğretmenlerinin adlarını, zayıf
derslerini belirten listeyi istedim, dedi. Bende tamam işte, liste bu
dedim, karşılıklı ısrar neticesi, kapatın lan kapıyı dedi ve kapıyı
kapattılar.
Liste diye verdiğim, ama kız arkadaşıma yazdığım
mektubu sonuna kadar okudu ve şimdi gidebilirsin, dedi....
Haluk Kaya, 08Temmuz2003
Kudret
Sönmez yazıyor:
SENİ HER ZAMAN SEVECEĞİM, HOCAM
Her sabah erkenden spor niteliğinde bisiklet
gezileri yapardı, rahmetli Ethem Hoca... Bu O'nun uzun yıllar aramızda
kalmasını sağladı; hem de aramızdan aldı.
O'nunla dostluğumuz geç başladı, yoğun oldu,
erken bitti: Bizlere manevi anlamda verebileceği daha çok şeyi
vardı.
Güzel insandı, ressamdı, hocaydı... Bir sıfatı
daha hak etmişti: FİLOZOFDU.
Kazadan bir gün önce
görüşmüştük onunla son kez. "Her sabah bisikletle
gezerim" demişti... "Önce bir kaşık bal alır, sonra yola
çıkarım. Balın bir parçası çeneme damlamış,
haberim yok. Bindim bisikletime gidiyorum. Bir de baktım bir gurup arı
peşime takılmış. Zor kurtuldum. Arılar koku alır, bunu unutma!"
Ve son sözü "Seni Seviyorum, Kudret!" oldu.
Bu sözü çok kolay söylerdi,
Hocam. Biz söyleyemedik, yeterince...
SENİ HER ZAMAN SEVECEĞİM, HOCAM.
NUR İÇİNDE YAT!
Kudret Sönmez
KanalA televizyonu, 24Eylül2003
HAKKINDA ÖNCEDEN YAZILMIŞ YAZILAR
Mekin
Nadirler yazdı:
Çukurova'lı sanatçılar.
Ressam Ethem Aydın "Halkımız sanata ve güzele
karşı ilgisiz değildir" der.
Çukurova'nın yetiştirdiği bir çok sanatçı var.
Sinema sanatçısı, heykeltıraş, fotoğraf sanatçısı,
ressam. Bunlardan bir tanesi de uzun yıllar Adana'da resim
öğretmenliği yapmış olan ressam Ethem Aydın.
Kendisini sanata adamış olan Aydın, uzun yıllar
öğrenci yetiştirmiştir, daha sonra da bir resim galerisi
açmış. Bugüne kadar bir tanesi İtalya'nın Gomo kentinde
olmak üzere Türkiye'nin değişik yerlerinde 12 kişisel
resim sergisi açan ressam Aydın'ın sanat anlayışı daha ziyade
doğayı deforme etmeden özden uzaklaşmadan, doğadan yansıyan
binlerce ışıltıdan esinlenerek impresyonist bir anlayışla resim
yapmasıdır.
Kendisine resimlerinizi nasıl yapıyorsunuz diye
sorduğumuzda Aydın bize şu cevabı verdi: "Ben bir sanatçı olarak
tabiatı görüp direkt olarak tuvale aktarmam. Tabiatta
gördüklerime duygu ve düşüncelerimi de katarak
çalışırım. Bu nedenle ortaya koyduğum eserler daha
özlü olmaktadır. Sanatçı, gördüklerini,
düşünceleri ile karşılaştırdığında ortaya çıkan eser
tam anlamıyla özü taşımaktadır."
Renkleri bir savaş elemanı değilde huzur, sükun
ve mutluluk adına harekete geçiren sanatçının
bölgedeki sanat faaliyetleri ile ilgili düşünceleri de
şöyle: "Halkımız sanata ve güzele karşı ilgisiz değildir.
Eğer biz sanatçı olarak ortaya özgün bir şey koyarsak,
bu eser muhakkak değerlenir. Son yıllarda bölgemizde açılan
sergileri izleyenler çoğunlukta. Eskiden bu böyle değildi.
Zamanla halkımız sanatın ne olduğunu anlıyor. Resim sanatı taktim
olayıdır. Resim değerlendirme olayını meydana getirmek gereklidir.
Bölgemizde sanatsal faaliyetlerin toparlanması gerekmektedir. Bir
dernek, bir kuruluş ve buna benzer kurumlar tarafından bu görev
üstlenmelidir. Şimdilik bölgemizde ekolize edilmiş bir
düzen yoktur. Bölgemiz sanatının gelişmesi için bu
düzeni en kısa zamanda ortaya koymak gerekir."
Mekin Nadirler
Güney Haber, 29Nisan1984
Ahmet
Yahşi yazdı:
YAŞAM BOYU ÖĞRETMENLİK
Yılların eğitimcisi ressam Ethem Aydın'a gelen
mektup 45 yıl öncesinin anılarını yaşattı.
Yılların eğitimcisi emekli öğretmen ressam
Ethem Aydın'a öğretmenler gününde 45 yıl öncesi
anılarını üzerinde taşıyan bir mektup gelir. Tüm
öğrencileri ve öğretmenleri kapsayan geniş kavramlı bu mektup
Aydın'a öğrencisi Galip Oğuz'dan gelir. Oğuz'un mektubunu birlikte
okuyalım:
"Erdem anlayışının seçkin temsilcisine saygılarımla.. Değerli
öğretmenim, bana, mektubunuz aracılığı ile dostluğu, insan ustası
olmanın incelik ve güzelliğini yaşatıp yeniden bir daha
öğrettiniz. Dünden bugüne zamanın acımasız ve silici
kasırgasına rağmen kırkbeş yıllık süreyi bir perspektif
içinde, eğitimci kişiliğinizin özgün örneklerini;
bir bir gördüm, eh biraz da duygulandım. Duygulandım ama,
yaşam boyu öğretmenlik kavramına da ulaştım. Sevgi dolu
uyarılarınıza teşekkür ederim. Beni önemli bir sorumlulukla
karşı karşıya getirdiniz. Fırsat bulursam bir görev bilinci
anlayışıyla hareket edeceğim. Yüceliklerle dolu, iyi insaniyi
vatandaş simgesini, kişiliğinin vazgeçilmez
ölçüsü haline getiren öğretmenimin
Öğretmenler gününü en iyi dileklerimle kutlarım."
Kırkbeş yıl ötesinden gelen duyguların birikimini aktaran Galip
Oğuz, Yaşam Boyu Öğretmenlik bilincini emekli öğretmen Ethem
Aydın'dan aldığını açık yüreklilikle kağıda
döküyor.
Bir öğretmenler gününü geride bıraktık. Her
öğretmen üzerinde değişik duyguların harekete
geçmesine neden oldu. Toplumu meydana getiren bireylerin de
öğretmenler gününde duygulandığını
görürüz. Bunlar duygularını değişik hareketlerle dışa
vururlar. Hepimizin öğretmeni olması, bir öğretmenimizin
üzerinde bıraktığı olumlu izler, harekete geçmemize yeter.
Öğretmenler günü bu genişleyen çember
içinde kutlanır.
Ahmet Yahşi
Yeni Adana Gazetesi, 29Kasım 19??
Fikri
Sağlar yazdı:
SAYIN ETHEM AYDIN
Fotoğraflarını görme şansına ulaştığım değerli
eserlerinizden dolayı sizi ve emeği geçen arkadaşları kutlamak
isterim. Bu eser sanatçımızın üzerinde yaşadığı
kültürü ve ondan aldığı birikimi, bir sanat eseri olarak
halkına yansıtmasının ifadesidir. Sanatçımızın, Anadolu'da
oluşan yüzyılların kültür ve sanat birikiminden aldığı
esinle çağdaş mekanlar yaratma duyarlılığını yansıtıyor.
Sayın Aydın çalışmanızı çok beğendiğimi ifade etmek
istiyorum.Bu anıt rölyefde Anadolu'nun, motif zenginliğini, sembol
ve figürlerle oluşturduğu sanat dilini görüyorum. Eser,
izleyicisine hem klasik uygarlıkların, hem ÖnAsya uygarlıklarının
, hem de Türkİslam uygarlıklarının tanıdıkbildik sanat yapılarını
çağrıştırıyor.
Anadolu'da yaşayan çevresini izleyen her
insanın kolayca algılayabileceği, ona hiç yabancı olmayan bir
bireşimi sunuyor. Bunu halk açısından, sanatın halk yaşamına
girmesine bir katkı olarak , sanatçı açısından ise,
yaşadığı mekanları, özgün kültür senteziyle
güzelleştirme duyarlılığı olarak değerlendiriyorum. Sanatsal
kültürün halk kitlelerince benimsenmesi, giderek
toplumun ifadesinde, tanımında belirleyici olmasında en önemli yol
şüphesiz siz sanatçılarındır. Bizler de sanatçıya
destek konusunda üzerimize düşen sorumluluğun bilincindeyiz.
Ülkemizi, dünya uygarlıkları arasında
kültürüyle ve sanatıyla tanınan bir ülke haline
getirmek istiyoruz. Bunu, sanatçı ve politikacılarımızın
çabalarıyla, tüm halkımızın desteğini kazanarak yapmak
zorundayız. Bu ülkede sanatsal kültürün yerleşmesi
için özgür, yaratıcı kuşaklar yetişmelidir. Bunun
önünü açmak için siz
sanatçılarımıza desteği ve teşviki sürdüreceğiz.
Çalışmalarınızda başarılar dileğiyle teşekkürlerimi
sunuyorum.
Fikri Sağlar
Kültür bakanı
Mehmet
Yılmaz yazdı:
Bir ressamı, tuvali önünde
çalışırken ilk kez Mut'da görmüştüm. Bir yaz
günü, Hüseyin Gezer'in Karacaoğlan heykelinin ilk mekanı
olan o ulu çınarların serin ve koruyucu gölgesinde,
sehpasının başında, yönü Mağaras dağı'na dönmüş
resim yapıyordu.Bir yandan, ressamın boyasını tuvale nasıl koyduğuna
bakıyor, diğer yandan da önümdeki turistin ayakkabısını
boyuyordum. İkimiz de boyacıydık(!); ama ben O'nun gibi olmayı
geçirmiştim içimden. Yıllar sonra, 1970 lerin sonuna
doğru, bir ressamın resimlerimi gördüğünü ve
benimle tanışmak istediğini söyledi, birileri. Adana'dan Mut'a
geldiği günlerin birinde tanıştık. Yıllar önce
gördüğüm o ressamın ta kendisiydi karşımdaki: Adı, Ethem
Aydın'mış. Hem işlik hem galeri olarak kullandığı bir mekanı (özel
tapınağı!) varmış Adana'da. Dört saat yolculuktan sonra soluğu
orada aldık. Sanki eskiden beri tanışıyor gibiydik. Toprak çeker
derler ya, sanırım hem buydu kaynaşmamızın nedeni hem de oratk ilgi
alanımız.
Ethem Aydın, Adana Öğretmen Okulu'ndan sonra
ailesinden habersiz Gazi Eğitim Enstitüsü Resimİş
bölümü sınavlarına başvurmuş (1941). Hiç
unutamadığı o ilginç sınavdan söz ederken sanki yeniden
yaşıyordu o anı:
"Sınava
geç kalmıştım. Ben geldiğimde herkes çoktan bir şeyler
yapmaya başlamıştı bile. Oturacak bir sandelye falan bulamadığım
için yere bağdaş kurdum ve istenen şeyi yapmaya başladım.
Suluboya ile renklendirmemiz isteniyordu. Özene bezene
yapıyordumki, tam o sıra, aksi gibi, hafiften bir yağmur
çiselemeye başladı. Bu yağmur yağacak başka zaman bulamadı mı?
Yağmur damlalarının etkisiyle boyalar çözülüp
birbirine karışıyordu. (Demek sınav açık havada yapılıyormuş)
Resim berbat (!?) olduğu için, yeni birine başlayıp başlamama
konusunda sınav sınav sorumlusundan fikir almak istediğimde, tamam, o
resim bitmiş artık güzel dedi. Aradan zaman geçince
anladımki, sınavı kazanmama doğa bir güzel yardım etmişti bana. O
gün bu gündür hep dostum oldu doğa. Öğretmenlerimin
yanısıra, ondan çok şeyler öğrendim. Ha unutmadan, sınav
sorumlusu Refik Ekipman'dan başkası değilmiş. Onun yanı sıra, Malik
Aksel ve Şinasi Barutçu da öğretmenim oldular. Çok
değerli insanlardı hepsi."
Ethem Aydın Gazi Eğitimi bitirdikten sonra Kars
Lisesi'nde ilk görevini yaptı (1944), daha sonra İzmir Bornova 'da
askerlik görevini yaptı. Bu sırada ağır bir sarılık
geçirdi. Askerliği sırasında yabancı bir kordiplomat gemisinde
Fransızca tercümanlık yaptı. Düziçi köy
Entitüsü'ne tayin edildi, İvriz Köy
Enstitüsü'ne tayinini istedi. Yine kendi tayin isteği ile
Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi 'ne gelmiş. Burada, resim (yanı
sıra, bazen de Fransızca) öğretmenliği yapmış; çok sayıda
gence sanat sevgisi aşılamış. Bu sırada bir dersane ve saatçı
dükkanı açma denemeleri yapmış ama tatminkar netice elde
edememiş. 1960 ihtilali döneminde öğretmenliğe
dönüş yapmış, önce Osmaniye sonra Adana Erkek Lisesi'ne
tayin edilmiş.
Memurluktan emekli olmuş ama sanattan asla. En son
mekan tuttuğu Adana başta olmak üzere Güney yörelerinde
bu aşkı halen sürdürüyor. Oralarda bir sanat ortamının
yaratılmasındaki önemli katkıları asla yadsınamaz. Gerek
Çukurova, gerekse Mersin üniversiteleri bünyesinde
kurulan sanat bölümleri kadrolarının çevre halkıyla
bütünleşmesindeki yardımlarından, bir sohbet esnasında,
saygıyla bahsetmişti Handan Tunç.
Ethem hoca bir Cumhuriyet çocuğu. O ilk
heyecanı iliklerinde hissedenlerden biri. Oldukça mütevazi,
ama bana sorarsanız abartıyor. Böyle bir yazıya niyetlendiğimde,
vazgeçirmek için o kadar çok uğraştıki.! Yok
efendim ne gerek varmış, O binlerce resim öğretmeninden biriymiş,
kendi halinde bir ressammış, vs.. vs.. Oysa kazın ayağı öyle
değil. Koşulların getirip götürdüklerini tartışmak ayrı
(ve ciddi) bir konu ama şu bir gerçekki, orta dereceli okulların
resim öğretmenlerinin çoğu, özellikle son yıllarda,
işin sadece memurluğunu yapmaktalar. Sadece onlar mı?..
üniversitelerdeki bazı hocaları da bir yoklayın isterseniz.
Türkiye koşullarında memurluk (hadi buna akademisyenlik diyelim de
rahatlayalım!) belki bir zorunluluk. Ama kapağı bir kere attıktan sonra
çarkın dişlilerinden biri olup sanatı bir kenara atmak elbette
gerekmiyor. Önemli olan içimizdeki sanat ateşinin hep taze
tutulması. Bu ateş, bireyin içinde kendiliğinden başka
sanatçılar öğretmenler tarafından da bilinçli olarak
yakılabilir. Kendinizle başbaşa kaldığınızda, bu ateş içinizde
yanmaya devam ediyor mu, dahası bu ateşi başkalarına da
bulaştırabiliyor musunuz, işin can alıcı noktası budur işte. Bu can
alıcı noktayı yakalayanlardan biri Ethem hoca.
Haberli habersiz en zaman ziyaret etseniz, ya
okurken ya da bir resimle cebelleşirken görebilirsiniz O'nu. (her
sabah erkenden çıktığı bir saatlik bisiklet turunu unutmamak
gerek). Aradabir, o çok sevdiği güney sahil ve dağlarına
yolculuk yapar. Enerji mi harcar, enerji mi toplar, baktığınız
açıya bağlı. Yaşlı/genç, gelip gideni hiç eksik
olmaz. Konuşması oldukça rahatlatıcı ve bilgecedir. Bu rahatlığı
karşısındakine de hemen o an kendiliğinden geçiverir. Ne varki,
resim yaparken o olgun insan gider, yerine gelgitleri olan kıpır kıpır
biri gelir: çocuk/yaşlı, cahil/bilgili, doyumkar/doyumsuz,
saf/hin... Bütün bunları sezgilerime dayanarak
söylüyorum. Yoksa kolay kolay kimseyi yaklaştırmaz
çalışırken. Aslında bunu her sanatçı çok iyi
anlar. Çalışmak sevişmek gibidir. Yalnız burada muhatabınız
resimdir. Her resmin başlangıcı bir çeşit gerdektir.
Müdahale etmek için karşınıza koyduğunuz, henüz el
deymemiş o bakir yüzey ne tahrik edici ve korkutucudur! Ethem
hoca'ya göre "resim pahalı ve kıskançtır, ikinci bir
sevgiliye tahammülü yoktur". Ethem Aydın ile resim arasındaki
ilişkide kanımca doyumsuzluk büyük bir rol oynamakta.
Öyle olmasaydı aynı tuval üzerinde tekrar tekrar (bazen
yıllarca) çalışmazdı herhalde. İmzaladığı bir resmi sonradan
tanınmaz hale getirdiği çok olmuştur. "Oysa onu öylece
bırakıp, bir benzerini daha yapsam ve istediğim değişiklikleri yenisi
üzerinde sürdürsem fena olmazdı. Böylece hem ilk
kompozisyonu kurtarmış hem de yeni bir resim yapmış olurdum" demişti
bir ziyaretimde.
Kendi kuşağının birçok sanatçısında olduğu gibi, Ethem
Aydın'ın ilk resimleri genel olarak izlenimci bir kareteri yansıtır.
Ekipmanın inşacı tavrından ziyade, Aksel'in izlenimci Anadolu temaları
çekmiş olmalı ressamı. Ne varki, geçmişten
günümüze, bütün yaptıkları yan yana
konduğunda, kesinlikle hepsinde, kendine özgü bir renk
dünyası ev ayrıntı düşünü bir fırçaya sahip
olduğu hemen fark edilebilir. Ayrıntıdan kasıt, nesnelerin doğalcı
görünüşüne şaşmaz bir bağlılık değil, tuval
üzerinde yeniden yarattığı dünyanın her bir köşesine
alabildiğince zengin bir biçim ve renk armonisi geliştirme
gayretidir. Hani derler ya, ressam neye bakarsa baksın, neyin resmini
yaparsa yapsın, gerçekte, resmettiği kendisidir. Başka bir
açıdan şu da doğru: bakıp anlattığı şey ressamın kendi
içine zaten sinmiştir. En haşmetli ve karmaşık konulardan tutun,
yanıbaşındaki sıradan nesnelerden aslında daha çok bunlardan
resim çıkarabilir ressam. Sadece ressamlarda değil, şair romancı
ve diğer sanatçılarda da böyledir. Bu bağlamda, Ethem
hoca'nın resimlerine bakarken, Yaşar Kemal'in düş ve
gerçeği bir güzel yoğurarak anlattığı Çukurova kekik
nane kokan dağları, ovaları, top top bulutları, söylenceler diyarı
gelir aklıma. Zengin betimlemeler O'nda vardır.
Son zamanlarda teknikte fazla bir değişikliğe
gitmemiş ama kendi biçim dünyasını bir hayli değiştirmiş
durumda Ethem hoca. Düşsel ve anlatımcı bir dünyayı
harmanlıyor şu sıralar. Aslında, son yaptıklarından geriye doğru
şöyle bir yolculuğa çıkarsak, içtenm içe
kaynayan bu dünyanın daha ilk resimlerinde çoktan
yuvalanmış olduğunu fark ederiz. Zamanla bu çekirdek gitgide
büyümüş, kabuğunu çatlatmış ve kompozisyonun
tamamını ele geçirmiştir. Anlayacağınız söz diliyle
konuşurken karşısındakini rahatlatan, sakin
görünüşlü o Ethem Aydın gitmiş, heyecanlı ve
doyumsuz Ethem Aydın çıkmıştır artık meydana. Doyumsuzluk bir
yandan mutsuzluğa açık bir davet, bir yandan da birçok
sanatçının hastalığıdır. Kurtulursa, devinimsiz kalır
ölür sanatçı. Bereket versin, çekiyor olsa bile
çoğu sanatçı bilmez bu hastalığını, bilenler de
çoktan alışmıştır ona. Böyle bir hastalığa hiç
yakalanmamış veya belli bir noktadan sonra paçayı kurtarmış
olanlar kimbilir ne kadar huzurludurlar? Ethem bey böyle bir
huzuru ister miydi acaba? Şöyle demişti:
"Evet, arada sırada tasasız bir baş istediğim
olmuştur. Ama tasasız sanatçı olur mu hiç? Sıkıntınız
yoksa neyi dışa vuracaksınız, neyi doğuracaksınız? Doğurmakla
rahatlayamazsınız, daha birini çıkarmaktayken bir başkasına,
hatta başkalarına hamile kalırsınız (böyle hamilelik dostlar
başına!) Ben bunu yaşıyorum."
Son görüşmemizde yeni resimlerini
göstermişti. Handan hanımla ortaklaşa çıktıkları ve
henüz bitmemiş bir tuval hariç, diğerleri
küçük boyutluydu. Çoğu düşsel doğa
soyutlamalarıydı. Oldum olası, O'nun resimlerinin ilk anda
çarpan cinsten olmadığını bildiğimden bir izleyici olarak keşfe
çıktım. Kendini ilk anda ele vermeyen dolambaçlı sarmal
biçimlerden oluşturulmuş ayrıntılı ve zengin bir dünyaydı
her biri. Bazı sanatçılar ayrıntıları atma eğilimindedir, "az,
çoktu" onlara göre, hak vermemek de elde değil. Ne varki
Ethem Aydın şeytanı arayan cinsten biri. En son dikkatimi çeken
bir resmi vardıki şaşırdım kaldım. Resmin tamamı üzerinde
gezintiye çıktığımda, sağ üst bölgede oval bir
biçim içinde gizli ikinci bir resim daha keşfettim.
Yıllar önce ayakkabı boyacılığı yaparken yapılışına kısa bir
süre tanık olduğum kompozisyonun (sıkıştırılarak
küçültülmüş de olsa) ta kendisiydi
gördüğüm. Demek, o manzarayı Ethem hoca dünyasından
hiç çıkarmamış ve tekrar resmetmişti. Kimbilir
kaçıncı kez... Ellerine.. yüreğine sağlık...
Mehmet Yılmaz
M. Demirel
Babacanoğlu.yazdı:
İZLEDİKLERİM:
Ressam Ethem Aydın, Şöyle diyor:
"Matematik,
felsefe ve tarihle ilgisi olmayanlar resim yapamazlar. Tıp
fakülteleri sanatçı çıkaramadığı zaman doktor
çıkarır. Bir doktor bir şekli tanımak mecburiyetindedir. Biz
çizgi bilgisi veriyoruz, mühendis şekil bilgisi olmadan
mühendis olamaz. Bir insan hangi işe yatkın olursa olsun resme
karşı ilgisi olacaktır. Sanatsal sergilere gitmesi için
önce ona ilgi duyması gereklidir. Onun ilgisi başka yöneyse
sanat içerikli sergilere gelmez. Sanatçı illede bu
gereksinimi duyurma zorunda değildir. O kendi alanı içerisinde
çalışır. Tavuğu yumurta yapmaktan alıkoyamazsınız. Bu tavuğun
yapısından ileri gelir. Sanatçılar da böyledir. Yapıtları
ortaya koyarken, dışardakiler ne diyecek diye düşünmezler.
Kalemi alıyor..... Deniz altında 20bin fersah diye yazıyor... aradan
yüzyıllar geçiyor... ortaya Notülüs
çıkıyor, denizin keşfini yapıyor. Tablolar da keşfedilecek bir
olaydır. Ressam kendi iç dünyasını keşfedecek onu
diğer insanlara aktaracaktır. Bu düşünceleri değiştirebilir."
"Resim yaptığımın farkına, öğretmenliğe girdiğim zaman vardım.
Çok üzüldüm. Ey Allahım bana niçin
matematik, tarih, coğrafya yetisi vermedin dedim. Bu duygu 1960 yılına
değin sürdü. Ama şimdi içinde bulunduğum konumun
üstünde bir konum düşünemiyorum. O zamanlar resme
değer veren bir nakış yoktu. Matematik birinci sırada yer alırken resim
dersleri fasarya sayılıyordu.. Kurumsal bir akım izlemiyorum.
Empresyonizm çizgisinde çağdaşım"
Ressam Ethem Aydın, Mersin Güzel
sanatlar Galerisi'nde 42 tablosunu 21Mart1990 başlangıç olmak
üzere sergiledi ve 3Nisan'da sona erdi. Sanatçının
tablolarına genel olarak bakıldığında, izlenimci, dışavurumcu,
gerçeküstücülük birleşimlerini
görebilirsiniz. Renkler, çizgi uyum içerisindedir,
estetiği yansıtır size. Yeryüzünde kaç türlü
renk varsa kullanılmış, tablolar bir bütünlük
içindedir.
"Çarpık güzellikler" isimli tabloda
renge ağırlık verilmiş, sanki o çaylar deniz içinde
gelişiyor. Toprak, su, deniz, gök birleşivermişler. Anadolu
motifleri yer alıyor. Bu tablo diğer 42 tablonun özeti gibi.
"Ayak izleri" isimli tablo çölde değilde
yeşilde bir iz. Bu izde tıoplanmış bütün dünya.
Bütün insanların izi bir dünyadır herhalde. İze yine de
arabi bir biçim verilmeye çalışılmış.
"İstanbul" isimli tablo bir düzlem
üzerinde resmedilmiş. Fırça darbeleriyle tuşlanmış,
çizgilenmiş, biçim verilmiş. İstanbul'u tanıyanlar bu
tablodan İstanbul kurabilirler kafalarında. Kırmızı yeşil mavi renkler
kullanılmış. Figürler kan tablosu gibi. Arap harflerine
biçimler verilerek Osmanlı İstanbul'u anımsatılmaktadır.
Karşımızda dünden bu güne İstanbul duruyor. Bu İstanbul'da
Bizanslılar, minyatürcüler, hattatlar, tulumbacılar,
halifeler,... hepsini kavrayabilirsiniz.
Ressamı kutlarım.
Hürsöz Gazetesi, 18Nisan1990
ATOvizyon
dergisi yazdı:
Kurtuluş mahallesinin temiz, sessiz sokaklarından
birinde bir sanat yuvası vardır. Aydın Sanat evi. Gerçekten
aydınlığın evi. Küçük ama dolu bir yer. Sanatın
kültürün yürek seslerini duyabileceğiniz bir yuva.
Emekli eğitimci ve ressam Ethem Aydın'ın eliyle güzelleşiyor bu
sanat evi.
Camı tıkırdayıp içeriye adım attığınızda
güler yüzü, tatlı sesi ile Ethem bey karşılar sizi. Hal
hatır sorduktan sonra bir söyleşiye dalabilirsiniz. Bu
söyleşi, resimden edebiyata, estetikten felsefeye değin uzayıp
gidebilir. Saatin tiktaklarını bile fark edemezsiniz bir süre
sonra.
Ethem bey, Türkiye'nin birçok il ve
ilçesinde resim öğretmenliği, okul yöneticiliği
yapmış, sayısız öğrenci yetiştirmiştir. Öğretmenliğini Aydın
Sanat evinde sürdürüyor. Yardım isteyenleri geri
çevirmiyor. O'na ak saçlı öğretmenler de gelir, oyun
oynamak isteyen çocuklar da. Ethem bey, tümü ile aynı
dili konuşur.
Ethem bey emekli olduktan sonra bu
küçük odayı sanat evi yaparak dersler veriyor,
sergiler açılmasını sağlıyor. Eşdost konu komşusunun uğrak yeri
oluyor. Sanat evi aynı zamanda O'nun yaşam biçimini de
gösteriyor. Duvarlarda resimler, masada çiçekler,
meyveler, onur ödülleri, belgeleri, bilgisayarda bir
yazı,alçak masada yarım bir resim.
O'na göre "sanata, yetenek, gözlem ve
deneyim ile varılabilir". Ethem beyin resim anlayışı şöyle
oluşuyor:
"Çocukluk
yaşamım Mut-Ermenek arasında geçti. O yıllarda gidişgelişlerim
geceye düştüğü için geceyi daha iyi tanıma
olanağı buldum. Gecenin doğurgnlığı, hayal kurma ve gerçekler
kafamda yoğuruldu. Şekilleri ışığın yardımı olmadan görmeyi
öğrendim. Işık şekillerin görünüşünü
değiştirir. Şekilleri karanlıkta görmek ve yorumlamak benim
için daha verimli oldu. Bu olay resim sanatını meslek olarak
seçmem etken olmuştur".
Adana'da atölye ve galerilerin
artmasını olumlu bulduğunu belirten Ethem Aydın, niteliğin de
geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Mersin'de Ticaret ve Sanayi
Odası'nın sanat atölyesi ve galerisi kurarak yeni yeteneklerin
ortaya çıkmasını sağladığını anımsatarak "Orada gençler
resim dersleri alıyor, resim sergileri açıyor. Galeri
vazgeçilmez bir yer oldu. Resimler de satılıyor. Adana Ticaret
Odası ile Sanayi Odası bu tür bir etkinliği
gerçekleştiremez mi?" diye bir yön gösteriyor.
ATOvizyon dergisi, Aralık 1999,
Sa:32
Abdulkadir
Kaçar yazdı:
AYDIN HOCA ETHEM AYDIN
Filozof; felsefe ile uğraşan felsefenin gelişmesine
katkıda bulunan kişi. Felsefe yapmaya meraklı kimse... Felsefe;
varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması... Bir bilimin ya da
bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü.
Adana'mızın filozofu var mı? Hayır yok demeyin. Biz
yanıt verelim: Evet evet var.Adana'mızın çok güzel bir
filozofu var. Bu, sayın Ethem Aydın 'dır. Ethem Aydın kimdir diyenlerin
yanısıra "Oooo.. benim hocam" veya "benim Erkek Lisesi
öğretmenim", ya da "Adana'da binlerce öğrencisi bulunan Ethem
Aydın'dan söz ediyorsunuz" diyenleriniz olacaktır.
Evet sevgili okurlarımız, 8.inci Altın Koza Film ve
Kültür Festivali nedeniyle çok değerli Ethem Aydın
hoca ya Adana ve ülke kültürüne yaptıkları katkılar
nedeniyle Anakent Belediye başkanı Sayın Aytaç Durak tarafından
"yılın Sanatçısı" onur plaketi verilmiştir. Kutluyoruz.
Sayın Ethem Aydın hoca, zaman zaman sohbet imkanı
bulduğumuz, sohbetine ihtiyaç ve açlık duyduğumuz bir
kişidir. O, yaşını göz önüne almayan ruhunu sürekli
canlı tutan, sürekli okuyan, sürekli öğrenen,
yeniliklere alabildiğine açık bir kişidir.
Önceki günkü tören sırasında Sayın Hocam Ethem
Aydın 150 bin tane öğrenci yetiştirmiş, onlara resim dersi
vermiştir tümcesi kullanıldı. Doğrudur. Ve sevgili okurlarımız,
koskoca bir ömür ve ortaya çıkan gerçekler. 150
bin öğrenci. Bu gerçekten yüce bir değer.
Ethem hocam insan sevgisiyle bezeli, insana hayran,
onun yüceliği ve büyüklüğünü keşfeden,
yarattığı düşünce dünyasıyla da çevresindeki ve
sohbetlerindeki insanları aydınlatan gerçekten aydın birisidir.
Adana'mızın filozofu demekten büyük mutluluk ve onur
duyuyorum.
Abdulkadir Kaçar,
(Kaçar'ın not defteri)
Abdulkadir
Kaçar yazdı:
ÖĞRETMENLER GÜNÜ ve BİR MEKTUP
Öğretmenler günü sürüyor. O
sevgili varlıklarımız için yazıldı, çizildi, konuşuldu
ama anlatılamadı. Öğretmenler bizim gerçekten baş
tacımızdır. En büyük edebiyatçılar biraraya gelse o
yüze varlıkları anlatmakta güçlük çekerler.
Ama öyle olaylar vardırki, o filozofların bile anlatmakta
güçlük çektiği konuları hemencecik
birkaç satırda anlatıverir. Tıpkı Sn Galip Oğuz'un 45 yıllık
öğretmenini anlattığı gibi:
(Editörün Notu: Sn Galip
Oğuz'un mektubunun orjinali yukarda verilmiştir)
Bu sözlerin üstüne söz
söylenebilir mi? 150 binden fazla öğrenci yetiştiren filozof
Ethem Aydın'a ve O'nun 45 yıl önceki öğrencisi Sn Galip
Oğuz'a teşekkürler.. sevgiler... saygılar..
Abdulkadir Kaçar,
(Kaçar'ın not defteri)
Mustafa
Emre yazdı:
AYDINLIĞIN BAHÇEVANI Sayın Ethem Aydın'a
Erkenden güne çıkan
Tan aydınlığına karışan
Hem bahçeydi hem de bahçevan
Erdemlerin değerlerin harmanında
menekşe çınar okaliptüs olan
Aşkların sevgilerin ustası
Yenileyen her sözü her rengi
Durmadan işleyen bir ağaç bir bulut
Ilık bir güney yeliydi
Neşeyle eşit, hüzüne yaşıt
Mustafa Emre, Ekim1997
Muzaffer
Kılıç yazdı:
AYDIN SANATEVİ
Kurtuluşta basit apartman yapılı
Duvarlarında ince emekler asılı
Buram buram Anadolu kokulu
Emek üreten Aydın Sanat evi
Diplomasına yaşına bakmadan
Kitap defter kaygısı duymadan
Alın teri emeklere kıymadan
Ana kucağı Aydın Sanat evi
Çağdaş düşünceyle usta dizinde
Sevgi yansıtmak sihirli bezinde
Emektar Ethem Aydın'ın izinde
Erdem yaşatır Aydın Sanat evi
Kılıç'ım nerden nereye vardın
Bilinen gerçeği bir defa saydın
Sanatçı yanında çırak olaydın
Gönlümde özlem Aydın Sanat evi.
Muzaffer Kılıç,
5Aralık1985, Mut
Muzaffer
Kılıç yazdı:
Beğeni övgü yaranma beklemeden
Uyakmış, redifmiş, heceymiş, diklemeden
Renklere duygu veren eller teklemeden
Öylesine yakın öylesine içten oluyorsunki...
Kalepınar'ından su içer misali.
Sevgi dostluk erdemli yaşam
Senin kaleminden daha içten
Tiril tiril burcu burcu gönülden
Evelemeden gevelemeden öylesine oturtuyorsunki
Tahtaya mıh çakar misali.
Böylesine rahat, gönülden yazmanın
Zamanla yarışır gibi çizmenin
Kemiren benlik duygusunu ezmenin
Öylesine gizemli kaynağını buluyorsunki...
Koruktan helva yapar misali.
Muzaffer Kılıç, 23Mart1987
Abdulkadir
Kaçar yazdı:
Öğretmenler günü ve bir mektup:
Öğretmenler günü sürüyor. O
sevgili varlıklarımız için yazıldı, çizildi, konuşuldu,
ama anlatılamadı. Öğretmenler bizim gerçekten baş
tacımızdır. En büyük edebiyatçılar bir araya
gelse o yüce varlıkları anlatmakta güçlük
çekerler. Ama öyle olaylar vardırki, filozofların bile
anlatmakta güçlük çektiği konuları hemencik
birkaç satırda anlatıverir. Tıpkı 45 yıllık öğretmen Ethem
Aydın'ın öğrencisi öğretmen Sn. Galip Oğuz'un anlattığı gibi.
Derin anlamlı, felsefe, yaşımın gerçek kıpırtılarını
içeren mektuplarda olduğu gibi.
İşte bu güzel mektubu siz sevgili okurlarla
paylaşmanın büyük mutluluğunu yaşıyoruz. Yalın,
ödünsüz, gerçek ve su katılmamış duyguların
ifadesi olan mektup.
Erdem anlayışının en seçkin temsilcisine
saygılarımla...
Değerli öğretmenim, bana mektubunuz aracılığıyla dostluğu, insan
ustası olmanın incelik ve güzelliğini yaşatıp yeniden bir daha bir
daha öğrettiniz.
Dünden bu güne zamanın acımasız, silici
kasırgasına rağmen 45 yıllık bir süreyi bir perspektif
içerisinde eğitimci kişiliğiniz, özgün
örneklerini bir bir gördüm, eh biraz da duygulandım.
Duygulandım ama yaşam boyu öğretmenlik kavramına ulaştım.
Yüceliklerle dolu, iyi insan, iyi vatandaş simgesini kişiliğinin
vazgeçilmezi haline getiren öğretmenimin öğretmenler
gününü en iyi dileklerimle kutlarım Galip Oğuz.
(20111994)
Bu sözlerin üzerine söz
söylenebilir mi? 150 binden fazla öğrenci yetiştiren filozof
Ethem Aydın 'dan ve O'nun 45 yıl önceki öğrencisi Sn. Galip
Oğuz'a halk adına teşekkürler, sevgiler, saygılar.
Abdulkadir Kaçar,
Güney Haber, 1121994
İsimsiz
Yazdı :
Naciye öğretmen sergi diziyor
Ethem Aydın hoca resim çiziyor
Çamurdan heykeller almış her yanı
Kıymetli hocamız Vinsi hayranı
O da öğrenciden bir ad almıştı
Okulda lakabı Vinsi kalmıştı
(Düziçi Eğitim
Enstitüsü mezuniyet albümünden)
HATIRA DEFTERİ
Aziz kardeşlerim,
Bir gün yurdun muhtelif köşelerinden, aynı arzu ile gelip
şurada bir avuç insan, bir sınıf olduk. Şimdi üç
yıllık dostuz herkes herkese bir hayli malum olmuştur, gün oldu
birimiz veya bir kaçımız için derin
üzüntüler içinde bıkkınlığımız hesabına bu
günleri özledik.
Her geçen gibi bunlar da geçti, fakat
umduğumuzu deyil aksine ayrılık endişeleri getirdi.
Bu gün her arkadaşıma karşı daha candan dostluk hissediyor hucum
edercesine bastıran sene sonuna istihfafla Bu elzemdir her elzem
olan üzüntüde bir saadet sezilir, güzel günler
göreceğiz diyorum.
Gelecek günlerin heyecanı içinde, tahsil
faslının son dostlarını hatırlamak ve onlarla iftihar etmek için
hatıratımın ikinci kısmını, ' sizlerin kıymet ' dolu satırlarınızla
renkliyecek ve böylece tesadüflerle dolu hayatımda her
birinizi bekliyeceğim.
Şimdi her arkadaşıma ardına kadar açık olan kalbim; gelecekte
evimin kapısı olacaktır.
Kim bilir, belki ömür varsa her gezintimde
bir veya bir kaçınızla karşılaşmak ümidini desteklemek
için muhakkak sizleri sorabileceğim bir adresinizi, gerek
nasihat gerek intiba olarak kaydedeceğiniz satırların altına
yerleştirmenizi münasip gördüm.
Hele bir fotoğrafınızın yanımda bulunması şayanı temennidir.
Etem Aydın, 1945
Dostum Ethem
Defterinin şu sahifelerinde işgal etmiş olduğum yere bilmem ki laik
miyim. Gayet samimi olarak söylüyorum ki ben daima
anlaşılmaktan kaçtım, esasında hiçte kompleks
değildim. Bu satırları niçin yazdığımı belki
bilmezsin fakat düşünürsen bunun sebebini bulacaksın.
Her ne halse eğer beni hatırlamak istersen; hiç olmazsa bu
yazılarım bari vesile olur.
2041945, Ankara
Dostum Etem
Bu üç yıl neredeyse bitmek üzre. Orijinal sınıfımızın
orijinal gençleri de birbirinden, bu üç yıl bittiği
zaman ayrılacaklar.
Bunu sen böyle düşünüyorsun. Ben de öyle
düşünüyorum, belki diğer arkadaşlar da ayni şekilde
düşünecekler.
Ayni endişe bende de var dostum. Üç sene içinde bir
defa olsun süküna kavuşamayan şu sınıf, birbirini ne kadar
çok arayacak ve bu halimiz o zaman bize ne kadar cazip
gelecektir.
Daha şimdiden bu sana öyle geliyor, bana da öyle geldi. Bu
satırları böyle yazmam da ondan ileri gelmiyor mu?
Bu gün bütün arkadaşlarımı takdir ediyorum. Ve eskisi
gibi onlara kızmıyorum, çünkü onlar birbirlerine
hiç benzemeyen ayrı ayrı varlıklardır. Onlar hayatta "tanınmış
kimseler, orijinal insanlar olacaklar " dır. İyi veya fena onlar
muhakkak tanınacaklardır.
Dostun (*), 3Mayıs1945, G. E.
Ens.
(*) Caddesi, Çıkmaz Sokak, No: 251 (*)
Sevgili Kardeşim Etem'e Saygılarımla
Anadolu'daki hür varlığımızı bozulmayan milli ruhun şahlanmasına
(*). Milli ruhun temeli (*) tesir edemiyeceği bir sırla
örtülü halkın ta kendisindedir. Türk ruhu diğer
milletlerden ayrı kendine has bir karakter taşır. Bu karakter bizi
diğer milletlerden ayırır. İşte kendimize has olan bu damgayı
kaybetmemek gerektir. Milli ruhun kendisi olan halk, kendini ancak,
münevver gençliğinin eserlerinde görür, tanır, ve
idrak eder. Halkımızın kendisini idrak ettiği gün münevver
gençlik övünülmekle haklıdır.
Çünkü vazifelerin en büyüğü olan
millilik ödevini yapmış olacaktır. İstiklal Savaşı Türk
ruhundan kuvvet almıştır. Sakarya; Türk ruhunun ölmezliğinin
dünyaya ispatıdır. Ruhta Türklük milli birliğimizin
anahtarıdır. Türk; her tatlı yüzü dost sanma. Her
sunulan kadehi ağzına götürme. Sen kendi ruhunla kal. Sen
onlara örnek ol Türklük ruhunu cihana yay.
Türk'ün dünyaya hakim olduğu devir kendi ruhuna inandığı
çağlardı.
Kardeşin
Osman Saygı, 9Mayıs1945
Kardeşim Etem :
Sana burada, şu anda ne yazacağımı bilmiyorum, nasıl yazacağımı da..
Seninle İki yıla yakın bir zamandan beri arkadaşlık ediyorum.
Bende hiçbir zaman kendine karşı itimatsızlık uyandıracak bir
hareket göstermedin.
İşte senin en kuvvetli tarafın budur Etem. Bu (*) seni istikbalde
büyük mevkilere çıkaracaktır, buna eminim. Bu (*) seni
yüksek ve iyi bir idare adamı yapacaktır. Buna kuvvetle
inanıyorum. Hayatta bir gün yollarımız birleşirse bu günleri
tatlı tatlı anarız.
Sonsuz başarılar diler gözlerinden öperim aziz kardeşim.
No 171 Salahaddin Yurdakul
S. Yurdakul İki Çeşmelik I. Toroman Sokak No 38 (*)
Kardeşim Ethem,
Defterinin baş sahifelerinde öğüt veya nasihat, hatıra gibi
kelimelerle şu sayıfaları dolduracak olanlara hitap ediyorsunuz.
Onlardan hatıra olarak saklıyacağınız yazı istiyorsunuz. Merak etmeyin
kıymetli kardeşim, hatırasını her zaman ayni tazelikle muhafaza
edeceğiniz kimselerden, böyle soluk ve cansız vasıta taşımaya
hacet yoktur. Onların hatırası böyle zoraki canlanmaz. Bu
yazdıklarımızda bizi değil kendinizi bulacaksınız; kendinizin
geçmiş günleri. Ve öyle umuyorum ki isim ve
hayallerimiz bile zorlukla seçilecek onlar ortasında yine en
canlı siz kalacaksınız; kendinizle baş başa.. Bunlar üzerinde
düşünürken, ebedileştirmek kaygısına
düştüğünüz hayallere acıyacaksınız. Evet kardeşim
bu daima böyle oluyor. Her şey sonsuz ve istediğinizin aksine
oluyor. Her şey bizim değil kendi istediği şekilde tecelli ediyor.
Bunun için boşuna yorulmayın Aziz Dostum. Hiç peşinde
koşmak neye yarar. Daha şimdiden sizden, bu satırlardan uzaklaşıyor,
çetin ve karışık yollarda düşe kalka yürüyor,
kimse bana elini uzatmıyor nasılsın demiyor. Mektebin her köşesini
arıyor, fakat hiç birinizi bulamıyorum.
Hayat, şu satırlar gibi edebi yazıların süslediği düz sahife
değil, asık yüzü ile bekliyen bir realite, bir hakikattir.
Bunlar için de şu lafların ne manası olacak acaba?.
(*), 1151945, Cuma
Kardeşim
Çok karışık bir haleti ruhiye içinde bulunduğum şu
günlerde defterinizle karşı karşıya bulunmak beni biraz
düşündürdü. Her zaman hatıralarımla baş başa
bulunmak benim için büyük bir zevk ve teselli olduğu
halde, bilmem neden hatıra olarak yazılan satırlar beni tatmin
etmiyorlar. Onlar yalnız sahifeler üzerindeki saffetini muhafaza
ediyorlar hatırda kalan hakikatlerse...
Zaman ve hadiseler insana çok şeyleri unutturuyorlar istemeden
her şeyi, herkesi unutuyoruz unutulamıyan gene yalnız kendimiz
kalıyoruz. Fakat hayatta muhtelif tesadüfler olabilir, o zaman ise
hepimiz burdaki arkadaşlıktan ayrılmış bambaşka insanlar olacağız
buradaki samimiyet ve arkadaşlığın çoktan kopmuş koparılmış
olduğunu anlıyacağız.
Belki de tanımadan, görmeden ve konuşmadan geçeceğiz bu pek
(*) bir şey. Madem ki hatırlamak ve unutmamak için
yazılarımızı istiyorsunuz peki kardeşim sizin de
gönlünüz hoş olsun..
Ganime Turan,10-5-1945
Etem,
Dünya bu neler gördün neler duydun ve duyup
göreceksin de. Hatıra tutmak bu hatıraya 4,5 dostun iştirak ettiği
satırlarla başlamak arzusu kafana esmiş bu samimi arzuda bazen kalbin
bile kafana iştirak etmez. Bu gibi bir hakikat önünde senin
teklifinin geri dönderilmesini nasıl (*) bulursun. Eğer bulmamak
elzemse herkes için duygularını samimi kılma, istismar
edilirsin.
İşte artık olgunlaşmağa doğru yöneliyorsun böyle
düşün ve hareket et. Hayat sana bir hayli (*) olur.
Üzerinde münakaşa edemiyeceğim bir (*) etme hatta aksini
kalbinle duysan bile. Haydi yavrum daha fazla yazmağa kafam (*) kelime
vermiyor. Tanrı rehberin olsun.
(*), 1945
Sevgili Dostum
Al sana bir misal bir değil bin misale denk.
Bir gün o da ilk mektebi bitirip orta, lise demedi hırsını yendi
yedi şimdi hemen yarın burayı (*) fakat hırsı onu yendi.
Sorarım dostum mazi ne oldu istikbal nereye yollandı. Hayat bu renkte
mi duracak sesi hep korkunç mu olacak. Bazen onun için
(*) yine bize o (*) etmedi mi?
Biz onun rehberliği onun kanunları ile ona itaat etmek için
gelmedik mi (*) kudret aşıkı, esiri azimkar köle.
Hele dostum can sıkıntılarım beni (*)
(*), 1945
Dostum!
Burada karalıyacağım satırlar hissiyatımı ifade etmekten çok
uzak kalmış manasız şeyler olacağına göre fazla uzatmıyacağım.
Sadece, bana defterinizde bu satırları yazmak şerefini bahşettiğiniz
için çok mütehassis olduğumu söylemekle iktifa
edeceğim.
(*), 1151945
Sevgili
Bu gün yine yazacağım şeyi tahdit ettin sana çok şey
söylemeği kurmuştum fakat denize aşkım var. Fırtınalarım
çıktı denizim köpürdü işte sana yazmağa
başlıyacağım.
Devam ediyorum. A... benim nonoşum sen hayatını nasıl kazandın bu
günlere erdin bilirmisin. Her yıl kademe kademe
çöküp çıkarak. Biraz beceriksizsin deyeceğim
fakat yanıldığımı itiraf ederim çünki sen her şeysin her
şeyden bir fevkaladelik beklenmez.
İşte sabah saatlerimi yontuyorum. Çöp yontan bir
çocuk gibi. Günlerim bittinciye kadar yontacağım gayesiz
hesapsız sonuna değin yontacağım hayatımı da öyle yapıyorum.
Anladın ya yavrum beni bir deli sanma. Tahsil budur.
Kimi bu yontukları toplar bir araya getirip eser yapar. Ben onlardan
değilim.
Sarı (*), 2451945
Sevgili Sevgilim
Bu günlerde sen yine deyiştin hele dün iki hadise yine sana
bir hayli zelalet yükledi hepsini geç. İşte tek ve yorucu
bir işin var. Metin ol cesaretin seni idiana eletir dostum haydi
yürü marş parolayı unutma peşi peşine. Sana doğru. Direkt.
Şu hadise, şu yalan öbürü guruntu, ve müthiş arzu
fırsat baskını içinde aç geziyorsun ne olacak sanki.
Şimdi hemşire hikayesi üzücü bir neticeye varır diye
korkuyorum. Ağızlarında bakla ıslanmazki. Sonra ben mektubu verdikten
sonra söylese üzülecektim. Onu bıraktım şu karşı evdeki
iş biraz yürümeli ama nasıl?
İmtihanlar yavaş yavaş ilerliyor o bir hücum işleri olmalı elzem.
Bu gün lisan imtihanımız bitti. Çok iyi sene de
böylece kapandı sayılır. Ne yapalım yani ömür de
eriyorsa!
Geç, günler geç.
22-5-1945
Kardeşlik
O günden bu güne değişmiyen zaviye.
Hani o gün gölgelerin koynunda baş başa iç içe
irkile irkile bilir misin neye ağlamış ve kader deyip eşeğin peşine
takılmıştın? Çam pürlerinin taradığı mehtap
fısıltıları
sana neler müjdelemiş meğer! Sense bir sıkıntı beşiği
önünde aman bilmiyen his yavrularına ümitli niniler
söyler bir o yana bir bu yana sallar sallanırmışım meğer.
Eşeğimiz yolu dizliyor biz onu izliye izliye
gidiyoruz. Sürat o kadar mesefe 100 o kadar, fakat ya sabır, 3
gün 5 gün gene varırız ne çıkar.
İstasyona geldikten kardeşini yolladıktan sendeki
tesiri ondaki izi.
Artık hatıratımı raylara serdim hayal, hayal bir hakikat.... tıkı...
tıkı... tak...
Dev adımlarla tonel tonel şehir şehir yürüyüp
kilometrelerle tanıştın.. Ankara otel, züğürtük
müşkülat ve giriş, 3 sene önce bugün, 3 yıl sonra o
günün burada elle verdi. Sen onların kolları arasında kucakta
gezdirilen bir (*).
O gün bu gün o da tükendi, elbette rakamın karıştığı ne
tükenmez ki? 3 sene, 5 sene ve " 60 " sene kaderin huzurunda
(*)
Kardeşim Ethem
Bir seneye dolmayan şu dostluğumuz zamanı, benim kalbimde bir senelik
kısa bir zaman değil, senelerce beraber yaşamış iki kardeş gibi beni
sana bağladı. Şu satırları yazarken benim seni sevdiğim kadar, seninde
beni bir küçük kardeş gibi sevdiğine inanıyorum. Sen
mezun oldun demek ki. Hayatta muaffakiyetler dilerim. Kendime gelince.
Benim için son günlerde üzüldüğünü
görüyorum. Bunun içinde ayrıca teşekkür ederim.
Belki yine okumama devam ederim, belki de askere giderim.
Fakat her zaman için sen arkadaşımı unutmayacağım ve adresin
elime geçtikçe, senden mektup beklemeden mektup
yazacağıma söz veriyorum. Seninde ben kardeşini mektupsuz
bırakmayacağını umuyorum.
Yakın bir zamanda ayrılık gelip çattı:
"Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı" diye bir söz
vardır. Bu söze talimat kanunu gibi uymamız her zaman zaruri.
Bugün değilse yarın yine aynı söze
uyacaktık. Kardeşim, gelecekte şu satırlarımı okursan beni hatırlarsın.
İçimdeki cümle düşüklüklerime aldırma.
Matematikçi Edebiyat yapamaz. Ben matematikçi olmadığım
halde, Edebiyat yapmasını da bilmem.
Kardeşim:
Bir gün olacak, ya gurbet ya ölüm ayıracak. O zaman
belki hatırlatacak, bu pınk yapılar olacak!...
Neşeli, sıhhatli, uzun ömürlü hayatta saadetler dilerim.
Mustafa Ünüvar,
671945, Ankara
Bal Arısına
Vız vız ne demektir, bu vız vız hayat inler arı inler.
Fakat kim dinler inlemek arıya vız gelir vız
İşte böyle vızlarsın hayat için, evlat için, yar
için. Hepsi gider hayat bazan çağırır, ihtiyarlık
ölümle bir olup kapı kapı bağırır. Ana, baba, kardeş, evlat
için için sızlar. Ah insanlar nankör olur.
Vefasızlar nankör olur.
İşte senin çiçeklerin binbir renkte etrafına rayibalar
saçarken mevsiminde arı ol vız vız vızlayıver ne çıkar
sızlayıver.
20Ağustos1945
Kardeşim Etem'e
Bu güzel hatıraları içinde taşıyan defterinizin bir
sahifesinide benim karalamama müsaade ettiğinizden dolayı bilseniz
ne kadar memnun oldum. Bu dostça, daha doğrusu kardeşçe
hareketinize çok teşekkür ederim.
Buracıkta, gerek öğretmen okulu arkadaşlığımızı, gerekse iki yılık
enstitü arkadaşlığımızın jurnalini yazacak değilim. Zaten buna
imkanda yok. Yalnız şurasınını hatırlatayım ki aziz dostum:
Arkadaşlığımız isterimki okul sıralarında kalmasın, hayattada
birbirimizi arayalım. Ancak hakiki arkadaşlığımızı bu suretle
birbirimize isbat etmiş oluruz.
Benim gibi aynı mefküre önünde çarpınan ve yarın
yurt evlatlarını her sahada yetiştirmekle en büyük hazzı
duyacak olan sana, vazifelerinde başarılar dilerim.
Arkadaşın
Rüstümün Asım, 19VIII1945
Kardeşim,
Benden kağıt üzerine bir şeyler yazmamı rica ettin, her ne kadar
yazılan bozulmasada çok defa okunmuyordur. Halbuki hiçbir
yere yazılmadığı halde bir ömür boyunca daima hatırda kalan
öyle şeyler varki!... Bu iki yıllık arkadaşlığımız esnasında hangi
mah(*) benim gözlerime baktınsa, benden önce veya benden
sonra seninde aynı işi yapmış olduğunu, hangi kamil arkadaşın
sözlerine kulak verdimse seninde er veya geç aynı yoldan
geçmiş olduğumu gene senden öğrendim. Acaba vatan sınırları
dışında kalmış olmak bedbahtlığımıza uğramış olan Tuna
kıyılarındaki
deliosmandan gelmiş olan "ben" ile, "Türk Akdeniz" kıyılarının
hiç bir galile boyun eğmiyen Toros yaylarından gelmiş olan "sen"
arasındaki "duygu ilişliği" ve bu kadar yakın görüş ortaklığı
nerden ileri geliyor dersin?...
Acı ve tatlı hatıralarla dolu olan bu iki yıllık
mektep arkadaşlığımız sona ererken "Dağ dağa kavuşmaz, insan insana
kavuşur; gözden ırak olsakta gönülden ırak olmayız"
sözlerimi tekrarlamakta az çok teselli bulacağımızı
sanırım.
22-7-1945
Oğlum Ethem,
Ananı gönderdim, ananı kandırıp da Silifke'den evlenme hususunda
acele etme. Bu cihet hesaba uygun değil. Çünkü (*) ,
Ermenek, Silifke ve bir de memur olacağın memleket, bu 4 memleket
arasında şaşkın kalacağız.
Sana muallim kız yaramaz. (*). Şu zamanda kadınların umumu açık
ise de onlar bir dairede açık gezerler.
Bugün elde ettiğim malumat şudur: Silifke'li kız esmer ve boyu
kısa, etine dolgun imiş. Kısa boylu insanlar fitne olur. Karıştırıcı
olur. Yüzdeyüz gününüz kavga nizah
(çekişme) ile geçer. Maymun iştahlı olma, her
gördüğün saçlıya alaka gösterme. Ben
evlendim bana talip olan kızlardan onbeş tanesini sıraya koydum.
İçinden ananı beğendim. Aldım. Hakkıma hayırlı oldu. Şimdiye
kadar bahtiyar olarak yaşadık. Siz de bahtiyar olmak için,
aramak yorulmak lazım. Ananın dişi ve röntgen muayenesi hakkında
bana çok evham geliyor. Ananı bana dargın görüyorum,
mektup vardığında keyfiyeti bildir. Ha bir şey daha hatırıma geldi.
Ehli iyal (hanım) olacak kızları siz bilemezsiniz, bekarlar aç
gözlü olurlar. Güzel çirkini fark edemezler. Size
yarar kızları ananın ve benim gözümle görmeleri gerekir.
Pudra ve cila ile avanak erkekleri avlarlar.. Bak
ona göre hareket et. Allah hakkınızda hayırlısını halk buyursun.
Bir soysuza düşüp de seni ve bizi şaşkın bırakmasın. Amin.
Anan burada iken uyku halinde
gördüğüm şeyleri anana hikaye ettim. O bilir. Siz
söylesin, şimdiye kadar evhama tabi olmazdım. Anan gittikten sonra
eskiden daha karışık gördüğüm şeyler beni
bütün bütün evhama sevk etti. Onun için
Silifke 'den evlenmek hususunda çok derin düşünmek
lazım muallim kız olacağına iyi huylu işgüzer bir kız arayalım.
Muallim maaşı (*). eli yüzü temiz yüzüne bakınca
tabak tabak güllerin açılsın. Aslı nesli temiz. Senden
başkasında gözü olmasın. Pek çabuk davranma,
biraz arayalım. Yorulalım. Bu yokluk zamanında evlenmek nasıl olur (*).
Arayalım acele etme ben ona beşi birli alacağım (*)
Selam ederim burada sayımızda eksik yoktur.
Baban, Mustafa aydın 1351945
Oğlum Etem,
Gözlerinden hasretle öper sağ salim kavuşmamızı dilerim.
Gönderdiğin telgraf ve mektubu ağlaya ağlaya aldık. Allah sabır
versin. Biz burada hısım akrabaların arasında derdimizi acımızı
paylaşıyoruz. Sen orada acını içine atma. Ne yapalım (*) Allah
'tan geldi vadesiyle öldü. Cennette yatsın. Oğlum, babayın
öyle bir ölüşü olduki herkes imrendi, ve Allah'tan
dilediler bize de öyle ölüm versin. 22 Mart, ablayın
yanına varmış, oradan çıkmış bütün çarşı ile
vedalaşmış, bir hafta evel Mut'un her yanını evleri gezmiş. 23 Mart
çarşamba xxxxxx (mektubun orjinali okunamamaktadır) yattı 24
perşembe gecesi (*) 5.5 kala öldü. Allah rahmet eylesin.
Amin. Cenaze merasimine iştirak edenlerin sayısı 300 den fazla idi.
Gelecek cumasına kadar okundu. Şu cumasını da okuttuk. Allah kabul
etsin amin. (*) . Allah her tuttuğunu kolay getirsin. İş
rahatlığı versin. Babayın da çok duasını aldın. Sen de evlat
sahibi ol da hayırlı günlerini gör oğlum. İşte
babanızın böyle tatlı bir göz yumuşu oldu dünyaya.... O
yattıkça Allah sizlere ömürler ihsan etsin. Baban
ölmeden sana bir mektup yazdı idi. Yadigar diye aldınız mı
almadınız mı? Şimdilik iyiyiz. Dilerim Allah'a emanet ol yavrum.
Annen Hatice Aydın, Ablan Naciye Aydın,
12Nisan1949
Oğlum Eteme:
Elhamdülillah yetiştirmiş olduğumuz fidanın meyvesini
taddım.Kars'tan 140 lira İzmirden 50 lira ceman 150 lira para
yardımınla 40 lira değerinde bir paltonuza nail oldum.Mum dibine ışık
vermez derler,Kemal'ın yaptığı fedakarlık pek çoktur.3 senedir.
Unluk, bulgurluk, buğdaya para vermedim. Kemal tedarik etti. Hele
elektrik ve radyo için 300 lira kadar Kemal sarf etti. Bununla
beraber evimizin eksiklerini tamamlamak için yardımı
çoktur. Fakat göze görünmez. Sizin yaptığınız
fedakarlık hariçten olduğu için göze çarpar.
Sizin fedakarlık yapmak zamanınız bundan sonra beklenilir.
Hülasa:Kemal ve sizden memnunum. Kızların ise
hem fedakar,hem cefakardır. Onlardan da memnunum. Bütün
akrabalarımdan Ermenek ve Mut halkından memnunum. Sizlerin ve halkın
sayesinde muhterem olarak yaşadım.Sizin ve Kemal'ın fedakarlığı bize de
bir cesaret oyandırdı. İki defa 90 ardan 180 lira iaşe bedeli aldım. Bu
paraları yoymadım. Sakladım. Sizlere bir yadikar olmak için
bizim ahır binasını ev şekline çevirdim. İki ara duvarı iki ocak
iki pencere (*) gölü bir aptesane lağımına 300 lira para sarf
edildi. Ne faide para tükendi iş yarım kaldı. Şimdilik paydos
ettim.Noman Hüseyine ekli dükkana ve bu binanın
dülgeriyesine 500 lira kadar gideceği anlaşıldı. Bu işler ile
uğraşmak zait gibi görünürse de fakat
gönlünden neler geçtiğini bilmezsiniz. Ölmeden
toprağa karışmadan evvel anama ve Sıddıka'ya ya bir ev, ya bir akar
olur düşüncesi ile işe başladım. Ne faide şimdilik (*)
bina işini bıraktım. İnşallah para toplayıp ikmaline
çalışacağım. Ablan Naciye'ye yazılan mektubu okuttum. Kemal'in
evlenme meselesi mevsimsiz oldu diyorsunuz, fakat bu işde aldanmadık.
Kazandık. Çünki aldığı kızın ahlakça çok
zengin. Anan ve ben Sıddıka cümlemizde memnun isek de ne
faide uzun zamandan beri yolunu beklediğimiz. Netice bir kız olaraktan
dünyaya geldi. 3 gün misafir olduktan sonra toprağa karıştı.
Oğlumuz Kemal 'a da ailesinin ahlakından sirayet edeceği asabi
tabiatının sükunete çevrileceğini ümit ediyoruz.
Yalnız,bir şey var ise Kemal ve ailesi iktisat kanununa riayetleri yok.
O kitaptan okumamışlar. Okumağa da niyetleri yok. Belki rızıkları bol
olacak. Böyle sarfiyat edeceklerdir. Kemal bana çekmiş. Ben
de iktisat bilmezdim. Kendim iktisat yapamadım. Zengin olmadım ise de
evlatlarım zengin olmak için Mut'un en değerli yerinden altından
daha kıymetli iki ev , iki dükkan bırakıyorum inşallah.
Evlatlarıma zengin olmak emeli ile bir zenginlik tohumu ektim. Kemal ve
sen bu tohumu yeşertir iseniz bundan sonra sülalemizden gelecek
evlatlar, fakirlik görmezler. Manav Ali gibi zengin olurlar.
İktisada riayet edenler ile etmeyenler hakkında size bir misal
göstereyim. Dinle:
İstanbul'dan 150 kuruş maaşla 4 hoca Ermeneğe geldik. Bunların
içinde en işgüzarı ben idim. Onlar günde 5 kuruş
maaştan başka gelirleri yok idi. Benim gelirim, günde 5 kuruş
maaştan başka 15 kuruş ta saatçılıktan gelirdi. Şu halde
arkadaşlarım ayda 150 kuruş alırlar. Bununla beraber Allah'ın
bana verdiği güzel ses ve güzel Kur'an okumak sayesinde
çok itibarım var idi. Hatta mütevelli bağını güzel ses
gözel Kur'an okumak sayesinde bize mal ettiler. Bununla beraber
barıtla taş atmak taş kırmak ufatmak hünerlerimden gelirdi.
Bağdaki daş yığınları elimden geçti mest kundura gibi şeyleri
kendim diker kendim geyerdim. Bu kadar hünerimle dünyalık bir
şey kazanmadım. Arkadaşlarımdan Fehmi efendi öldüğünde
100 sarı lirasını mirascılar paylaştı. Diğer arkadaşım, İbrahim efendi
sağdır.
Ermeneğin banka binası ve koca sipahi bahçesine ve evine malik
oldu. Bu gün 40 000 liralık bir mülke sahiptir. Mevcut parası
da vardır. Bu arkadaşlar günde aldıkları paradan artırdılar bu
servetleri kazandılar. Benim kazancım günde 20 kuruş olduğu halde
onlardan geri kaldım ise de evlatlarımın ellerine kalem verdim. İleride
zengin olmaları için iki dükkan iki ev bıraktım. Ev
dükkan deyip geçme. Mut şimdi başkalaştı. Çok
değişik var. Ermenek'ten Mut'a gelenler 10 lira ev kirası verdikleri
halde 45 sene zarfında ev dükkan mal mülk sahibi olduktan
sonra büyük tüccar oluyorlar. Fakat bunlar Kemal gibi
benim gibi değildir. Evvel ise tarak satmaktan başlarlar sonra zengin
olunca bolca sarfiyat yaparlar. Bizim sarfiyatımız günde gelen
günde gider. Bunları size yazmaktan maksadım gerek Mut gerek
Ermenek satacak malım yoktur. Anadan babadan kalan malları katiyyen
satmağa alışmayın.
Memuriyet izzetin saadetli bir esarettir.
Kendine iş ararsan ya san'at ya ticarettir. Memuriyete heves edip te
malları ayak altına alma. Yapabilirsen Mut'tan milk almağa sayyet.
Ermenek 'teki mütevelli bağı yazlık için lazımdır.
Dünyanın bin rürlü hali var. Gerek Ermenek gerek Mut
eldeki malları yoymayın. Sırası gelir de nedamet edersiniz. Mülke
verilen para ölmez. Ne vakit olsa elde bir sermaye bir kuvvettir.
Benim, yaylada bir tarlam var, bazan satmak için hatırıma
gelirdi şimdi sarfı nazar ettim. Esbabı ise zarar başkalaştı. Herkes
oyandı. Yaylaya darı ekmek susuz mahsul almak kimse bu usulu bilmezdi.
Şimdi yaylaya darı ekip, mahsul alıyorlar. Eyi oluyor. Ve bir de benim
tarlam dedem Hacı Mustafa'dan ve kardeşi Mehmet ağadan bize bir
yadigardır. Nihayetine kadar bu yadikarı sülalemiz elinde
kalmasını isteriz. Ermenek'te babamdan kalan 10 sarı lira alacağım var.
Bu parayı babamızın muhtarlık zimmetine ben verdim. Makbuzları yassı
bir tenike kutu içinde duruyor. Bu 12 lirayı mirascı kardaşım
Hüseyin ve Şerife bana borçludur. Bu para ödendikten
sonra 3 miraskar arasında ev müşterektir. Halvacı bağındaki
hıssamı kardeşim Hüseyin'e bağışladım. Muttaki evimizin ahır
binası ve dükkan ve bağcanın yarısını anana verdim. İnşallah
yapılması tamamlandıktan sonra muamelesini yapacağım. Her ihtimale
karşı size bir hatıra olmak üzere bu yazıları 4 nusha olarak
yazdım. Biri Naciye'de biri sizde biri Kemalde, biri de kalsın. Bir
sırasında benden sonra kalanlar işbu kağıtta yazdığım,ve
gösterdiğim yoldan sapmasınlar.
Gençlik ve görgüsüzlük belası herkes aklına
geleni yapmasın. Bin müşkilatla kurmuş olduğum düzeni
bozmasın aramızda ayrılık nifak aldatmak gibi şeyler olmasın. Bu
düzeni kuruncaya kadar çektiğim müşkilat bana yeter.
Toprakta bari beni rahat bırakın.
Sözüme dikkat edin:Kabili taksim değildir diye
hariçten müşteri aramayın. Yekdiğerimize borçlanın
gerek Ermenek gerek Mut mülklü parçalamayın. Gelelim.
Senin evlenme meselesinde yazdığın mektupta kızlarını başka yere
versinler sözünüz pek yanlış pek çirkin. Bu kızın
ayıbı babasının fakir olması ise bu ayıp değil abit efendi Ermeneğin en
asaletli bir silsileden olduğu bence malumdur. Soyu temiz olduktan
sonra başka cihetten korkma. Allah'a tevekkül ol bu kızı al. Maddi
ve manevi hayır görürsünüz. Dikkat et: Kemal'ın
aldığı kız en fakir bir kızdır. Fakat soyu temiz. Yaldızlardan. En asil
bir sulaledendir. Ahlakça evin içinde bir numunedir.
Kemal Anan ben Sıddıka yanında en sevimli bir mahluktur. Derisinin
içi dolu altına değişmem. Senin alacağın kızın da asaleti var.
Sakın aldanma. Bir iki sene geç evlenmekte beyis yoktur. Fazla
yaşamağa sebeptir. Mum ateşin kenarında nasıl erir ise evlenmek te
öyle eridir. Ben 35 Yaşında evlendim. 79 yaşındayım. Bu fazla yaş
Allahın inayeti ile geç evlenmek sayesinde kazanıldı. Senin
yaşın 26 dır. Bir kaç sene sabredersen zararı yok faidesi var.
Bizim müftülük ne olacağı malum değil. Şayet
Müftü olursam. 35 ay sonra tekaütlük isterim.
Müftülükten tekaüt edilirsem, 25 liradan fazla
tekaüdiye alırım. Müderrislikte teksüt edilirsem ayda 67
lira alınır. Esbabı ise müderrislikte aldığım maaşın aslı 3 lira
idi. Her ihtimale karşı müderrislikten alınacak olan
teksüdiye evraklarını hazırladım. İcazetnamenin içine
koydum. Sizin de malumatınız olsun. Bu teksüdiyeden bize faide
yoksa da benden sonra anan kalırsa emekli müderris karısı namı
altında ayda 67 lira alır. İmamlık kaydı hayat şartı ile hizmet
görürsem, 28 lira alırım. Hizmet görmeğe vaktım kalmazsa
11 lira verirler. İşte şu kağıdı vasiyetname şeklinde yazdım. Bir
müşkülünüz olursa bu kağıttan öğrenir,ona
göre işinizi düzeltirsiniz.
Son sözüm: Benim kurduğum yuvayı bozmayın. Ermenek ve Mut'ta
mülk satmağa alışmayın. Mut'ta toprak almayı unutmayın.Ticaret san
ata sıkı sarılın saat eletlerinin bir çokları size lazımdır.
Silifke inhisar memurlarından biri azledilmiş. Ancak saati
söküp takacak bilgisi ve aleti var idi. Maaş almak
içinbu adam Silifke'ye vardığımda bana çok hörmet
gösterdi. Bu adamı Mut'a getirdim. 12 ay bilmediklerini
öğrettim. Mut'un saatlerini yapabildiği kadar yaptı. Bozduklarını
ben yapıverdim. Bir yol parası tedarik etti. Vatanı aslisi olan Kilis'e
gitti. İşte bu cihetleri düşünmeli ona göre haraket
etmeli. İnşallah yollar açıldığı zaman size yazarım. 2 ay sonra
gelirsiniz evlenme hakkındaki son kararı alırsın. Dayına mektup yaz.
Abit efendiyi eğlesin. İzmir 'de bit pazarında kağıtcı Emin efendi
sülalesinden kim var ise ara bul. Hacı reşit efendi'nin
kardeşidir. Baki Afiyet üzere olmanız duası ile söze nihayet
verdim.
Babanız Mustafa Aydın,
28.Ocak.1947 salı
(Editörün Notu:
Vasiyetname niteliğindeki bu mektubun aslı, sararmış ve kağıt
bütünlüğü kısmen bozulmuş olup Ethem Aydın
tarafından itina ile saklanmıştır. Mektubun orjinali halen
saklanmaktadır.)
Ek
(Editörün Notu: Aşağıdaki
mektup bu kitap matbaaya teslim edildikten sonra elime
geçmiştir. Bu sebeple bölüm sonuna ek olarak
verilmiştir.)
Ethem Aydın, çöp kutularından gazete
kağıdı toplayan Ali Canpulat isimli bir delikanlıyı alıp okumaya
teşvik etmişti. Önce İstanbul'a yollamış sonra hayatına şekil
vermesi için tavsiye ve telkinlerde bulunmuştu. Ethem Aydın ile
Ali Canpulat'ın yazışmalarını 158.inci sayfada, Ali Canpulat'ın kısa
hayat öyküsünü aşağıda bulacaksınız:
Değerli Murat ağabey, rahmetli Ethem amca
için ne diyeceğimi bilemiyorum.
İnanki sizden daha çok üzüldüm, haberi duyunca
ben şok oldum. Allah rahmet etsin, nur içinde yatsın. Onun
için her şey yapmaya değer. O, belkide Allahın emriyle
ölmüştür, ama o, hep bizim kalbimizde yaşayacak. Ve
inanıyorum ki siz bunun en iyisini yaparsınız. Eserleriyle ve insanlara
yardımseverliğiyle ve o mükemmelliğiyle herşeye değer. Ben uzun
süredir yurt dışındaydım ve o yüzden bilgim olmamıştır. Ben
sürekli telefon açıyordum ama bir türlü
ulaşamıyordum, telefon hep meşgul, bakan yok. Yurt dışına
çıkmadan önce telefon açardım, biz telefonla
anlaşamıyoruz bana mektup gönder derdi, ben sonra mektup
gönderirdim. Ben mektup yazmayı sevmezdim. O, bana mektup yazmayı
sevdirdi. Onun için ilk yapabileceğim ruhuna Kuran okumak ve
okudum şu hayırlı günlerde. Yurt dışında arıyordum ve
ulaşamıyordum ben. Rusya'nın Sibirya bölgesindeydim. Mektubu
gönderme imkanım hiç yoktu. Ben bir ara Türkiye'ye
giriş yaptım, bir süre dinlendikten sonra askere gitmeden
önce ziyaret etmeyi düşünüyordum, nasip olmadı ve
yine Rusya'ya gittim. Toplam 3 sene kaldım. Türkiye'ye
döndüğümde bir süre dinlendikten sonra birliğime
teslim oldum. Dağıtımdan eve gitmeden Ethem amcayı ziyaret edecektim,
ona bir sürpriz yapacaktım. Telefonla ulaşamıyordum, 118'den yeni
numarasını istedim, bana eski numarayı verdi ve mektup gönderdim,
siz cevabı gönderdiğinizde, rahmetli Ethem amcanın ismini mektubun
üzerinde görmeyince birşeyler olduğunu anlamıştım. Ama yinede
cevabınınız geldiği için çok sevinmiştim. İkinci
satırında bir şok oldum, benden kitap için birşeyler istemiştin,
bunları yazmam için bana zaman lazımdı. Şu an çok rahatım
ama zamanım çok az. Belki biraz geciktim, yetişmese dahi
tüm gerekenleri gönderiyorum.
Ben ilk önce kendimden biraz bahsediyorum.
Çünkü nasıl oraya geldiğimi anlatacağım.
Ben Kars'ta hep inşaat üzeri
çalışıyordum. 93den 99'a kadar belli bir ortamdaydım. Belli bir
süreden sonra insan bıkıyor, bende öyle olmuştum. Bir
arkadaşın tavsiyesiyle Adana'ya gitmeyi düşündük, daha
doğrusu onun fikriydi. Benimde aklıma yattı ve Adana'ya gittik. Ben
biraz fazla para almıştım, arkadaşımın ise sadece bilet parası vardı,
sözde Adana'da onun tanıdığı bir ortam bulacaktık. Ama hiç
de düşündüğümüz gibi olmadı. Otellerde,
yiyecek ne varsa benim paramla idare ettik, daha iş bulamamıştık. Bunun
boş birşey olduğunu anlamıştım. Lokantalarda ve kahvelerde
çalışmıyorduk, illede inşaat olacak, artık işportacılar bizi
tanımıştı, bize bazı işler tavsiye ettiler ve ben bir süre
Pazarlamada çalıştım. Pazarlamanın ne olduğunu biliyordum. Biraz
çalıştıktan sonra ordan da çıktım. Tabiki ondan önce
eşyalarımızda çalındı. Ben biraz kaliteli takılıyordum. Benim
bir sürü eşyalarım çalındı, sadece
üstümdekiler kaldı. Baktım arkadaşım kağıtçıların bir
arabasını almış kağıt toplayacağız dedi. Ben yapamam dedim, hiç
duymadığım işlerdi. Biraz da çekingenim yapamazdım. Arkadaşım
sen sadece yanımda ol yeter dedi. Tamam dedim ve başladık.
Üstümde levis t.short, ayağımda adidas ayakkabı herkesin
dikkatini çekiyorum. Hadi kağıtçılara kendimizi
ispatladık, ya polise nasıl inandıracaksın. Biz de bilmiyorduk, meğer
kağıtçıların çoğu hırsızmış ve daha değişik
işlerle
uğraşırlarmış. Her yerde polis bize kimlik soruyordu, sicilimiz temiz
olduğu için yine serbest bırakıyordu.
O sırada Ethem amca ile tanıştım. O'nun bulunduğu sokaktan çok
gidip geliyormuşuz, o da bir kaç gündür beni takip
ediyormuş. Akşam üstüydü, hava kararmıştı, oğlum
bakarmısın dedi, baktım, elinde bir dilim karpuz yorulmuşsun şu karpuzu
ye dedi bana o yaşına rağmen ve bana öyle sıcakça
yaklaşmasını unutamıyorum. Adana'da böyle bir insanı bulamam
sanıyordum, hayret ettim. Ben çok ısrar ettim, o benden daha
ısrar etti, ben aldım karpuzu, Adana'nın o aşırı sıcaklığında o buz
gibi karpuz bana ilaç gibi geldi. Memleketimi sordu önce,
niye okumuyorsun dedi. İmkanlarım kısıtlı olduğundan dolayı dedim. Kars
deyince biraz düşündü, çok güzel memleket
dedi. İnsanları misafirperver ve çok sıcaklar, ben orda
öğretmenlik yaptım 1970lerde. Seni fazla bekletmeyeyim,
arkadaşların bekliyor, yarın bana uğra, şurda Aydın Sanat evi yazıyor
ben oradayım, bu saatlerde seni bekliyorum, haydi kendine dikkat et
dedi. Gitti.
Ben yaşlı insanları çok seviyorum,
konuşmalarını ve eskiden, tarihten bahsetmeleri, onları dinlemeyi
çok seviyorum. Ben rahatsız etmemek için beni beklediği
gün gitmedim. Aradan bir kaç gün geçti
özledim sanki, çok ısınmıştım, o kadar kısa süre
olmasına rağmen ve yine gittim, baktım masada oturuyor. Oh geldin mi
dedi, ayağa kalktı. Ben bundan çok rahatsız oluyordum,
çünkü ben ona hizmet etmeyi, saygı göstermeyi
istiyordum. Ama kabul etmiyordu ve bana dolaptan yine meyve getirdi.
Erik, bir de kiraz vardı yanlış hatırlamıyorsam. Ben hep ısrar ederdim
yemem diye, ama ikna edemiyordum. Biraz oturdum Kars'tan bahsetti. Baya
sevmişti Kars'ı, buna bende çok memnun olmuştum tabikide.
Ben O'na durumu anlattım. Buraya nasıl geldiğimi, neden okumadığımı,
ben bir aile sorumluluğu taşıyorum, benden başka çalışanımız
yok, çalışmam gerekiyordu dedim. Daha önce hissetmiştim
bana ne tavsiye edeceğini. Seni okutmak istiyorum, her konuda yardımcı
olurum, bana hemen cevap verme iyice düşün ve daha sonra gel
bana söyle. Bu imkansızdı, düşünmeme gerek yoktu,
çünkü çalışmam gerekiyordu.
Bir süre sonra yine gittim. Baktım dışarda, git
içerde otur, birde buraya göz kulak ol geliyorum dedi. Bir
kaç dakika sonra geldi. Baktım elinde bir paket, ayağa kalktım,
otur otur evladım dedi ve bana pasta getirmiş, al şunları ye. Yine aynı
şey ben çok ısrar ettim, ısrar etme ben severek yapıyorum, bende
ne diyeceğimi bilemiyorum. Bunların karşılığını ödemek istiyordum
ama o zaman hiçbirşey yapamazdım. Bana sadece zaman lazımdı.
Allahın izni olsaydı buna inanıyordum ki rahmetli Ethem amca
için gerekeni yapardım ve buna da hazırdım askerlik engel oldu.
Askerlik olmasaydı da Allahın izni yokmuş. Ama bundan sonra gerekeni,
üstüme düşeni yaparım ve buna hazırım. Yeterki siz bana
söyleyin gerekeni ve onun için yine okumaya
çalışırım.
O bir dahiydi.Bunu hissederdim.Yine gittim okumayacağımı söyledim.
Bak oğlum iyi düşün, ben durumu yine izah ettim. Bak oğlum
benim öğrencilerimden biri şu an profesördür
Ankara'da.Sonra pişman olursun. Ben zaten pişmandım ama ailemi aklımdan
atamıyordum. Bana sordu, amacın ne dedi ve ben söyledim, inşaat
ustayım. Askere gitmeden önce bir miktar para kazanmak ve askerlik
konusu açıldı. Biran önce askerliğini yap dedi. Beni
birazda olsa yanlış biliyordu, herhangi bir örgütle ilgim
olduğunu sanıyordu, oysa alakası yoktu. Bazen de insan memleketiyle
yargılanıyor, iyi veya kötü.
Adımı, soyadımı, annemin ve babamın isimlerini aldı.
artık ne yapacağını bilmiyordum ama galiba benim temiz olup olmadığımı
ortaya çıkaracaktı. Bende yol düzeltip İstanbul'a
gideceğimi söyledim. Orda ne yapacaksın dedi. Durumu anlattım. Hep
çalıştığım bir ortam var, yine oraya gideceğim dedim. Birde
bakarsın olmadı şu adresi al istersen uğra sana yardımcı olur dedi. Bu
adresi al dedi. Baktım Mecidiyeköyİstanbul yazıyor ve
inşaatçıdır. Ben buna çok sevindim.
Artık yol paramı tamamladım, Ethem amcanın yanına
gittim, bana O da para verdi. Hatta, eşyamız çalınmıştı bana
elbise verdi, bir çanta verdi çünkü
hiçbirşeyimiz kalmamıştı, bir de benim hakkımda bir mektup
yazmıştı. O adrese giderken bu mektubu verirsin, sana gereken yardımı
yapar. Artık bileti kesmiştik. Yine Ethem amcaya gittim, bu sefer elini
öpmeye gittim elini öptüm ve çok üzgün
bir şekilde ayrıldım. Bana süslü güzel bir saat verdi.
Telefonla beni ara dedi. Çok merak ettim, mektubu arabada
açtım okudum, benim hakkımda bir şeyler yazmış. Tertemiz,
biçilmemiş bir kumaş sana gönderiyorum, buna iyi bak, ben
araştırdım temiz çocuktur ve hakkımda birçok güzel
şeyler yazmış. İstanbul'a vardıktan sonra birkaç gün
tanıdıklarda kaldım. Daha sonra Cumhur abiye gitmeyi
düşündüm ve adrese gittim. Sora sora buldum, durumu
anlattım. Ona ulaşmakta zormuş. Mektubu verdim okudu. Ethem amca beni
kötü bir zamandan tanıdığı için biliyordum biraz
güvensizlikleri vardı bana karşı. Ama ne olduğumu ispatlamak
istiyordum. Cumhur abide o gün zaten gazeteye ilan vermişti, bir
sürü insan geliyor iş için. Benimde durumdan haberim
yoktu. Artık Cumhur abiyle aramızda olanları fazla anlatmıyorum. Bazı
konularda anlaşamadık, durumu mektupla Ethem amcaya izah ettim. Zaten
telefon imkanımız yoktu. Onu Ethem amcaya şikayet gibi birşey yaptım.
Önce normal bir tepki geldi. Yine birşeyler yazdım, bu sefer bana
inanmadı. Önce oğlu olduğunu bilmiyordum, bunu mektuptan
anlamıştım, durumu izah etmek istiyordum ama bana inanmıyordu. Siz daha
iyi bilirsiniz belkide, hiç düşünmediğim bir şekilde
Cumhur abiyle ayrıldık. Değişik işlerde çalıştım. İnşaata ara
verdim bir süre.
Ben İstanbul'dayken eve telefon açtım,
bilirsiniz Kars kaşarı yani peyniri meşurdur ve Ethem amcanın adresini
vererek peynir yollattırdım. Bana mektup geldi, bana gönderdiğin
paketi aldım demişti ve buna çok sevinmişti. O'na ticaretle
uğraştığımı söyledim, inanmamıştı ve öyle oldu da,
çünkü ben de kandırıldım. Daha sonra bana telefon
geldi, ablam acil bir şekilde pasaport çıkartmamı istedi. Onu da
Ethem amcaya anlattım yine inanmamıştı. Yurt dışına gidip
döndüğümü anlattım telefonla, yakında ziyaret
edeceğimi söyledim. Tamam tamam, askere git dedi. Biran önce
asker olmamı istiyordu. Bende tamam dedim ama nasip olamadı, yine
yurt dışına çıktım. Bu sefer uzun bir süre kaldım, evden
çok Ethem amcayı arıyordum, ama ulaşamıyordum ve Türkiye'ye
geldiğimde yine aradım, baktım boş birşey. Dağıtımda ziyaret etmeyi
düşünüyordum, ziyaretten önce bir mektup
göndereyim dedim ve bana gelen cevap sizin mektubunuzdu.
Geciktiğimi biliyorum ama kusuruma bakmayınız,
askerlikte bazı imkanlar kısıtlıdır ve Ethem amcanın bende olan
tüm mektuplarını topluyordum ama sonra hepsini kaybettim, olsaydı
size gönderirdim, ama kopyasını. Çünkü bende
saklardım onları ve onunla ilgili sizden muhakkak bir cevap
bekliyorum.Bunlar kitaba yazılmasa dahi şuan bana düşeni
gönderiyorum. Lütfen bana bir cevap gönderin, sormak
istediğiniz birşey varsa ya da başka birşeyler
Ethem amca kalbimizde, onu yaşatacağız. Askerlikten
sonra inşallah sizi görürüm. En azından rahmetli Ethem
amcanın mekanını görsem dahi yeter bana. Herşey için
teşekkür ederim. Kendinize iyi bakınız, size daha büyük
başarılar diliyorum. Hoşçakalın, saygılarımla.
Ali CANPOLAT, 07Ekim2003